Prof. Dr. Ahmed Akgündüz
I – KONUNUN TAKDİMİ
Kuveyt veya daha geniş bir ifadeyle Körfez krizi meselesinde çok şeyler yazıldı ve çizildi. Ancak Kuveyt krizini hazırlayan tarihî olaylar üzerinde fazla durulduğu söylenemez. Acaba Kuveyt Osmanlı Devleti”nden neden koptu? Veya nasıl ve kimler tarafından koparıldı? Bir müslüman ülkenin bir diğer müslüman ülke tarafından hem de İslama muhâlif bir tarzda işgalinin altında yatan sebepler nelerdir? Böylesine müessif bir hadisenin vukûu için kadere fetva verdirten hadiseler nelerdir? Bunlar ve benzeri soruların cevaplarını daha iyi anlayabilmemiz için, tarihe göz atmamız icabetmektedir. Çünkü tarihte oynanan oyunların, şimdi de aynen tekrarlandığını ve Batı”nın tarih boyu gösterdiği çirkin ve çifte standartlı yüzünü tekrar göstermeye başladığını, verilen demeçlerden ve Batılı gazetelerin manşetlerinden anlıyoruz.
Şunu önemle belirtelim ki, Osmanlı Devleti, yıkılmaya yüz tuttuğu son günlerinde bile, hem şimdiki Türk hâriciyesine ve hem de Kuveyt ve benzeri meseleyle uzaktan yakından alakalı islam ülkelerinin hâriciyelerine kıyaslanırsa, fevkalade başarılı sayılabilecek politikalar izlemiştir. O âciz dönemlerinde dahi, İslamın ve müslüman Türkün ezeli düşmanı olan İngilizlerin oyununu en azından sezmiş ve gücü yetmese dahi fikren karşı koymaya çalışmıştır. Bu gayretlerinin başında Kuveyt hâdisesinin tarihî seyri ve İngilizlerin hâin emellerini bütün açıklığıyla ortaya koyan “Kuveyt Meselesi” adlı kitapçığın hazırlanmasıdır. Bizim bu makalemize temel teşkil edecek olan kitapçığın benzerlerinin Bahreyn,Umman, Katar ve benzeri Batılı devletlerin oyuncağı olan devletler hakkında da hazırlandığını görüyoruz. Bu kitapçıklarda belirtilen hususlar, bugün dünyanın gözleri önünde aynen cereyan etmektedir. İbret olsun diye bu konuda bazı tafsilatlı hususları açıklamaya çalışacağız.
1334/1914 Tarihinde Hazırlanan Kuveyt Meselesi Kitapçığı
Kuveyt, Basra Körfezi”nin kuzeyinde Şatt”ül-arap yani Dicle ile Fırat”ın birleşmesinden meydana gelen dev nehrin denize döküldüğü yerin birkaç kilometre güneyinde yer alan 30 km. genişliğinde bir Körfez”in sahilinden ibarettir. Toplam alanı 5.000 km2 dir ve kuzeyden güneye sadece 300 km uzunluğa sahiptir. Ancak fevkalade muhafazalı ve girişi kolay olan Kuveyt limanının çok eskilerden beri gemilerin barınmasına gayet elverişli birtakım yerleri vardır. Bu limanın, Akdeniz ile Basra Körfezi”ni birleştirecek ve bu suretle Avrupa ile Asya arasında Süveyş Kanalı”ndan daha hızlı ve kolay bir geçiş sağlayabilecek olan bir demiryolunun tabiî ve tek uygun son istasyonu olduğunu da unutmamak gerekir. Bütün bunlardan öte, Kuveyt”in bir petrol cenneti olması, bu küçücük kara parçasının, koca bir dünyayı karıştırmasına sebep olan avantajlarının başında gelmektedir. Kısaca, dünya ekonomisi, nakliyeciliği, askerî stratejisi vesâire açısından, Kuveyt bir düğüm noktasıdır.
II – KUVEYT”İN KISA TARİHÇESİ
Kuveyt kasabasının kuruluşu hakkında mevsuk bilgiye sahip değiliz. Ancak 633 miladî yılında Halid bin Velid”in kumandası altındaki İslam orduları tarafından müslüman bir ülke haline getirildiğini ve asırlarca müslümanların elinde kaldığını biliyoruz. Kuveyt, Bağdat”taki Abbasî hilafetinin inkırazından sonra bir ara İranlıların hâkimiyeti altına girmiş ve nihayet 1628 yılında ve Sultan IV. Murad”ın saltanatı zamanında, müslüman Türkler Bağdat şehri ile Fırat vadisini tasarrufları altına alınca yavaş yavaş Osmanlı Devleti”nin hakimiyeti altına girmiştir. Bir kısım tarihi bilmeyen bazı kesânın iddialarının tersine, Kuveyt Osmanlı Devleti”nin önce Bağdat ve sonra da Basra eyâletinin bir karyesi yani köyü durumundadır. Kuveyt”te yaşayan Arap kabileleri, özellikle XIII. asrın başlarında Kuveyt”i İranlıların elinden tamamen kurtarmışlar ve sonra da siyasî ve dinî açıdan tamamen Osmanlıların hâkimiyetini kabul etmişlerdir[1].
Kuveyt ahalisi, çoğunlukla dedeleri Hicaz tarafından XIV. ve XV. asırlarda buraya göz etmiş bulunan Kıtır aşiretinin bir kısmı ile daha önce buraya gelip yerleşmiş olan Sabah ailesinden teşekkül etmektedir. Tamamı müslüman olan bu ahalinin genelde şafiî mezhebine bağlı olduklarını görüyoruz. Kuveyt”in idaresinde asırlarca hâkim olan esasları ise şöyle özetleyebiliriz: İdare usulleri, tâbi oldukları Osmanlı Devleti gibi, tamamen şer‘î hükümlere dayalı ve bağlıdır. Uleması, kadıları, hâkimleri ve hatta müderrisleri kendi içlerinden tayin edilmektedir. Kuveyt”in jeopolitik durumu da nazara alınırsa, bunların başlangıçtan beri, hâriçde Osmanlı Devleti”ne bağlı ancak dahilde müstakil cumhuriyet şeklinde idare edilen bir cemiyet olduğu görülür. O halde Osmanlı Devleti”ne bağlılık, Kuveyt”in dış güvenliğini korumaktan başka bir gaye gütmemektedir. İngilizler, bu bağlılığı, yaptıkları propagandalarla, sanki bir sömürü ve tahakküm gibi göstermişler ve maalesef yerli idarecileri kandırmışlardır. Halbuki İngilizlerin 80 senede Kuveyt”ten sömürdüklerinin, milyonda birini Osmanlı Devleti”nin 300 sene içinde onların tabiriyle sömürdüğünü, insaf sahibi hiçbir yerli idareci şu anda da iddia edemez. Zaten Osmanlı hakimiyet zamanlarında, Kuveyt”in kumdan ve tuzlu deniz suyundan başka sömürülecek bir şeyi de yoktur.
Bunların ziraat edecek yerleri mevcut değildir. Sadece deniz ticareti yapmaktadırlar. Küçüklü büyüklü 2000”i mütecaviz gemileri bulunmaktadır. Bahreyn ve Amman sularında inci avıyla ve büyük gemileri de Hindistan ve Zengibar taraflarında deniz ticaretiyle meşguldür.
Batılılardan ilk defa Kuveyt”in ticarî ve askerî ehemmiyetini anlayan Portekizliler, XVI. yüzyılda buraya yerleşmeye çalışmışlar ise de buna muvaffak olamamışlardır. İranlıların 1776 tarihinde Basra”yı bir ara ele geçirmeleri ve bu sebeple ticaret yolunun Basra”dan Kuveyt”e kayması üzerine, sinsi İngilizler, 1793 yılında ticarî temsilciliklerini Basra”dan Kuveyt”e nakletmişlerdir. Vahhabîlerin tecavüz niyetlerine karşı Kuveyt”i koruma iddiası ile 1805”te burayı himayesi altına aldığını iddia eden İngiltere, bu teşebbüsünün arkasını getirmemiştir. O tarihten itibaren Osmanlı Devleti”nin aleyhine propagandalar başlatan İngiliz Hükûmeti, bir ara, bölge halkını, Osmanlı Devleti”nden yüz çevirecek kadar başarıya ulaşmıştır. Osmanlı Devleti”nin bütün aleyhindeki telkinlere rağmen, hilâfet kuvveti ile tekrar buralarda nüfuzunu tesis ettiğini ve 1829 tarihinde Kuveyt şeyhinin Osmanlı Devleti”nin hâkimiyetini kabul ettiğini açıkladığını görüyoruz. Hatta yabancıların oyunlarını hisseden o zamanın Kuveyt şeyhi, Osmanlı Devleti”nin Bağdat eyaletine sıkı bir bağ ile bağlandığı gibi, gemilerin Osmanlı bayrağı çekerek, belli bir tahsisat karşılığında Basra limanını korumayı dahi taahhüd eylemiştir. O zamanın şuûrlu yerli halkının akıllı davranışları sebebiyle orada bulunan İngiliz ticarî temsilcisi ve daha doğrusu ajanı, halkın kendisine aldırmaması sebebiyle Kuveyt”i terketmek zorunda kalmıştır[2].
1869/1870”lerde Bağdat Valisi olan Midhat Paşa”nın Kuveyt”le alakalı verdiği malumat çok enteresandır. Kuveyt, daha önceki vali olan Nâmık Paşa zamanında Osmanlı Devleti”nin Basra eyaletine tam olarak bağlanılmak ve böylece bu küçük arazi parçası ve mühim liman Osmanlı Devleti”nin himayesine alınmak istenir. Kuveytliler, uzun yıllardan beri her çeşit vergiden muaf bir şekilde yaşamaya alıştıklarından, vergi ve benzeri mükellefiyetlerden kaçınırlar ve bu isteğe muvafakat etmezler.
Belge 2: Kuveyt Meselesi Adlı Kitapta Kuveyt”in Tarihçesi
III – Midhat Paşa”nın Teşebbüsü
Kuveyt”in bu şekilde idaresinin mümkün olmadığını; ilerde yabancıların himayesine girmelerinin an meselesi olduğunu ve bunun da Basra bölgesi itibariyle çok büyük mülkî ve siyasî mahzurlar doğuracağını ısrarla müdafaa eden Osmanlı Devleti, Midhat Paşa”nın valiliği zamanında tekrar teşebbüslere girişir.
Bağdat valisi Midhat Paşa, Kuveyt ileri gelenlerini Basra”ya davet eder. Mevkilerinin muhataralı ve tehlikeli olduğunu; başıboş kaldıkları takdirde ecnebi bir istilaya maruz kalacaklarını ve bu sebeple vergi ve benzeri mükellefiyetler olmadan sadece dış görünüş itibariyle de olsa Osmanlı Devleti”ne tâbiyyetin lüzumunu ısrarla anlatır. Vergi muafiyetleri senedle teyid edilir ve kendi rızalarıyla Basra”ya bağlanırlar.
Bu andlaşmaya göre, Abdullah Es-Sabah, Kuveyt Kaymakamıdır; kadılar, müftüler ve benzeri memurlar vazifelerine devam edeceklerdir. İdare aynen kalmakla beraber Osmanlı Devleti”ne bağlılıkları sağlanmıştır. Hatta Abdullah Es-Sabah, Osmanlı Devleti”nin Necid”e düzenlediği sefere kendi askerlerinin başında katılmış ve Osmanlı saflarında çarpışmıştır. Bu sefer neticesinde El-Hasâ fethedilerek Necid adıyla Bağdat vilayetine bağlanmıştır. Daha önceleri, bazan kendilerine has bayrağı, bazan da, yabancıların tecavüzünden masûn kalamadıklarından İngiliz yahut Felemenk bayrağı çeken Kuveyt gemileri, bu andlaşma üzerine gemilerindeki ecnebi bandıralarını terketmiş ve yerlerine Osmanlı Sancağı çekmişlerdir. Bununla birlikte, Kuveyt şeyhi, Osmanlı Devleti”ne sadece hârici açıdan bağlı olduklarını ve kendilerinin dahilde müstakil bir devlet olarak kalacaklarını iddia etmekten bir türlü vazgeçmemiştir. Bakalım bu iddia kendilerinin başına ne çoraplar örecektir[3].
Daha sonra da belirteceğimiz gibi bugün de böyle bir çözüme ihtiyaç vardır. Yani Haliç”teki köy tarzındaki küçük devletler, devlet olarak varlıklarını sürdürmeliler; ancak Birleşik İslam Devletleri tarzında bağlanacakları bir blok tarafından, dış müdahalelerden muhafaza edilmelidirler. Amerikalıların ve İngilizlerin gayesi, bu ittifakı önlemektir. Zira onlar, bu ittifakın neticesinin İslam âleminin maddî ve manevî açıdan zirveye yükselmesi ve İsrail denilen terör şebekesinin ortadan kalkması demek olduğunu bizden iyi bilmektedirler.
IV – Kuveyt, Problemler Diyarı Oluyor
1890”lara kadar huzur içinde ve Osmanlı Devleti”ne bağlı olarak yaşayan Kuveyt, Arabistan ve bütün bölgeyi içine alan bir İngiliz oyununa âlet olunca, huzur adası olmaktan çıkıp bir problemler diyarı olmaya başlıyor. Mesele nasıl başlamış ve günümüze kadar nasıl devam etmiştir? şimdi isterseniz bunu görelim:
XIX. asrın sonuna doğru Arabistan”daki İngiliz oyunlarının neticesi ortaya çıkan ihtilaflar ve Osmanlı düşmanlığı, zamanla Kuveyt”i de tesir altına almaya başlamıştır. Arabistan”daki emirlik kavgalarında iki aile gündemdedir: Birincisi, Riyad Emiri Abdurrahman bin Su‘ûd ve diğeri de Muhammed bir Reşid”in temsil ettiği gruplar idi. Muhammed bin Reşid, Su‘ûd ailesine 1891”de galip gelerek reisleri olan Abdurrahman bin Su‘ûd”un kaçmasına sebep olmuştu. Abdurrahman ise, önce İstanbul”a sonra da o tarihlerde Kuveyt Emiri olan Mübârek Es-Sabah”ın yanına gitmişti.
V – Kuveytliler İngilizlerin Oyununa Geliyor
Osmanlı Devleti”ne dikbaşlılık etmekten çekinmeyen Mübârek, yanında bulunan Su‘ûdluların ve İngilizlerin de tesiriyle, önce 1895”de Muhammed bin Reşid ile çatışmaya girmiş ve o 1897”de zehirlenerek öldürülünce halefi Abdülaziz”le mücadeleye devam etmiştir. Bu arada İngilizlerle Osmanlı Devleti”ne karşı gizli ittifaklar kurmayı da ihmal etmeyen Sabah ailesi, Kuveyt Kaymakamı unvanına sahip olmasına rağmen, Osmanlı Devleti”nin Basra valilerinin emirlerine itaat etmemeye başlamıştır. Gayeleri bellidir: İngiliz himayesine girmek ve maddî bazı menfaatleri temin eylemek. İngilizler, önceleri Sabah ailesinin tekliflerini reddetmişler ve Osmanlı Devleti ile olan münasebetlerini bozmak istememişlerdir. Fakat ne zaman ki Bağdat demiryolunun Kuveyt”e kadar uzatılacağı ve bu suretle Osmanlı Devleti”nin Basra Körfez kıyılarına inme fırsatına sahip olacağını öğrenince, tavrını değiştirmiştir. Bu arada demiryolu projesini Almanların yaptığını da hesaba katan İngiltere, Basra Körfezi”nde kendilerinden başka bir devletin nüfuz te’sisini önlemek için, büyük İslam Osmanlı düşmanı ve o zamanın İngiliz Hindistan Umumî Valisi Lord Curzon”u, Körfez krizini halletmek üzere görevlendirmiştir.
VI – İslam Düşmanı Lord Curzon Devrede
Geçmişte ve şimdi de ortaya çıkan Kuveyt ve Körfez krizinin kökeninde, bu İslam ve Osmanlı düşmanı pis İngilizin gizli planları yatmaktadır. Gerçekten bu İslam düşmanı Kuveyt şeyhini kandırarak, onunla 1899 tarihinde gizli bir muâhede imzalamıştır. Bu andlaşmaya göre:
1- Kuveyt Emiri İngiltere”den başka hiçbir devlete topraklarını terketmeyecek ve kiralamayacak.
2- İngiltere”nin muvafakati olmadan yabancı temsilci kabul etmeyecek.
3- Buna karşılık Kuveyt Emiri”ne bazı tahsisatlar verilecek ve İngiltere ile Fransa”dan silah ithalatına yardım edilecek.
Daha kısa bir ifadeyle, verilecek belli miktarda para ve göstermelik silah karşılığında Kuveyt, bir müslüman devletin himayesinden alınarak, İslamın azılı düşmanı bir millete satılmıştır. Bu andlaşma Kuveyt krizinin en mühim âmilidir ve maalesef kanattığı yaralar, tam yüzyıldır durdurulamamaktadır. Bu yaralardan bazılarını, isterseniz beraber mütala‘a edelim ve tarihin tekerrürden ibaret olduğunu hep birlikte görelim.
VII – KUVEYT”TE İNGİLİZ OYUNLARI
1 – Gizli Andlaşmaların veya Kuveyt”in İngilizlere Peşkeş Çekilmesinin Açtığı Yaralar
Bu gizli andlaşmalar, yani Kuveyt şeyhi ile ikiyüzlü İngilizler arasında gizli akdedilen mu‘âhedeler, arkasından çok acı meyveler vermeye başlamıştır. Bunlardan bazılarını, dilerseniz beraber, takip edelim:
1913 Tarihli Kuveyt”i İngilizlere Devreden Andlaşma
A- Kuveyt”e Uzanacak Demiryolu Projesi Suya Düşmüştür
Zira Osmanlı Devleti tarafından Bağdat demiryolu ihalesi kendilerine verilen Almanların yetkili memuru Stemrich, Bağdat demiryolu tetkik komisyonunun reisi sıfatı ile, Kuveyt şeyhi ile demiryolunun son bulacağı istasyonun yerini tesbit etmek üzere 1900 yılı başlarında Kuveyt”e gelince, şeyh, İngiltere ile akdettiği anlaşma hükümlerine dayanarak müzâkereyi bile kabul etmemiştir.
B – Kuveyt, Artık İngilizlerin Elinde Bir Kukladır
Bu gizli andlaşma ile Kuveyt”in İngilizlerin elinde bir kukla haline geldiğini, bunu takip eden günlerde meydana gelen acı olaylar göstermektedir. Kuveyt”in Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında ciddi bir kriz olarak ortaya çıkmasında 1901 yılının Ağustos aylarında meydana gelen şu hâdise önemli rol oynamış ve ilk patlağı vermiştir:
Kuveyt limanını muhafaza ile görevli Osmanlı askerlerini taşıyan bir gemi, limana gireceği sırada, orada bulunan bir İngiliz harp gemisiyle karşılaşır. İngiliz geminin kumandanı, Osmanlı askerî konutanlığına haber göndererek, Osmanlı yetkililerini tehdit eder. İngilizler kumandanın istekleri küstahcadır.
1- Kuveyt, İngilizler himayesindedir.
2- Osmanlı Devleti karaya silah ve mühimmat çıkaramaz.
3- Aksi takdirde yapılan her hareket düşmanca kabul edilir.
Bu arada İstanbul”daki İngilizler Büyükelçisi de Hâriciye Nâzırı Tevfik Paşa”yı ziyaret ederek, Kuveyt Kaymakamı Mübârek Es-Sabah ile İngiltere menfaatlerinin korunması hususunda andlaşma imzaladıklarını açıklar. Meseleye şiddetle tepki gösteren Hâriciye Nâzırı, hem İngilizler Büyükelçisine sözlü olarak ve hem de Londra”daki Osmanlı Büyükelçiliği vasıtasıyla bir telgrafla yazılı olarak, şu tarihî cevabı verir:
1- Kuveyt, Basra Eyâleti sancaklarından Necid”e bağlı bir Osmanlı kazasıdır ve Osmanlı topraklarının bir parçasıdır.
2- Kuveyt Kaymakamı Mübârek Es-Sabah ile selefleri Osmanlı Devleti tarafından tayin edilmiş memurlardır. Dolayısıyla bunların İngiltere hükûmetiyle herhangi bir andlaşma imzalama yetkileri mevcut değildir.
3- Bu sebeple imzalanan andlaşmanın hiçbir siyasî ve hukukî değeri mevcud değildir.
4- Aksi hareketler Osmanlı Devleti ile İngiltere arasındaki samimi ve dostane münasebetleri kökten zedeler.
Osmanlı Devleti”nin bu sert çıkışları üzerine, yeni siyasî oyunlara baş vuran İngilizler hukûmeti, Osmanlı Devleti”ni zor durumda bırakacak bir cevapla yetinir. Yerli destekçilerinin yardımıyla Osmanlı Devleti”ne 1 Eylül 1901 tarihinde verilen cevap çok sinsicedir:
1- İngiltere Hükûmeti, Kuveyt”i işgal etmek veya himayesi altına almak niyetinde değildir.
2- Ancak buna karşılık Osmanlı Devleti”nin Kuveyt”e askerî kuvvet göndermekten çekinmesi ve statükonun olduğu gibi muhafazasını arzulamaktadır.
Maalesef Osmanlı Hâriciyesi, mecbur kalarak veya İngilizler oyununa gelerek, İngiltere”nin müdahale veya işgale kalkışmaması şartıyla, bu şartları kabul etmiştir. 11 Eylül 1901 tarihli cevabî mektup, bu acı halin memnuniyetle kabul edildiğini ifade etmektedir[4].
C – İngilizler Yalanı Sever
Batılılar, bugün olduğu gibi geçmişte de çifte standardlı ve ikiyüzlüdürler. Bunun müşahhas misaleri, Kuveyt”in elde edilişinde de kendini göstermiştir. Zira Ekim 1901”de İngiltere Hâriciye Bakanı Lord Lansdawn, osmanlı sefirine bir muhtıra gönderir. Muhtıranın muhtevası çok enterasandır. Muhtırada, Basra nakîb”ül-eşrafının Zuhaf isimli Osmanlı gemisiyle Kuveyt”e gittiği; Mübârek Es-Sabah”a bazı tekliflerde bulunduğu; bunları kabul etmediği takdirde Kuveyt”ten ihraç edileceğini haber verdiği; bütün bunların Kuveyt”teki statükoyu bozduğu ve Basra nakibine tehditlerinden vazgeçmesi için talimat verilmesi, aksi takdirde Kuveyt”te meydana gelecek olaylardan Osmanlı Devleti”nin sorumlu olacağı yazılıdır.
Osmanlı hâriciyesinin bu küstahça tavır karşısında kaleme aldığı cevap gayet nazik ve diplomatçadır:
Basra nakîb”ül-eşrafı Kuveyt kaymakamını tehdit için asla oraya gitmemiştir. Gitse bile, ilmî sıfatı hâiz bir Osmanlı memurunun adı geçen kaymakamı ziyareti, statükoyu asla ihlâl etmez. Bu türlü şeylerin devamı halinde hakeme müracaat edilmesi en uygun olanıdır.
11 Ekim 1901 tarihli bu cevap, İngilizleri susturmuştur. Ancak yine tahriklere devam etmişlerdir.
2-İngilizler Tahriklerine Devam Ediyorlar
İngilizler, tahriklerine ara vermek bilmezler. Bunun en bâriz misali şudur: Basra Nakîb”ül-Eşrâf”ı Kuveyt”e gider. Bununla birlikte Kuveyt”e giden Miralay Hacı Necip; Bey, Mübârek Es-Sabah”ı ziyaret eder. Tam bu sırada şeyhin yanına gelen Pomon adlı İngilizler harp gemisinin süvarisi, Osmanlı sancağını indirir ve Kuveyt”e hâs siyah-beyaz çubuklu bayrağı onun yerine çeker. Daha sonra da, diplomatik ve insanî münasebetlere uymayacak şekilde şu tehditlerde bulunur:
“Osmanlı Devleti ile İngiltere Devleti arasında akdolunan andlaşma gereğince, Kuveyt bir bağımsız devlettir. O halde sizin burada ne işiniz var? Bundan sonra buraya gelmeyiniz. şayet gelecek olursanız memeleketi yakarım.”
Buna cevaben Osmanlı Devleti, İngilizler hükûmetine müracaat ederek, Kuveyt”in statükosunun İngiltere tarafından bozulduğunu; Bâb-ı Âlî”nin bu hususta meydana gelecek olaylardan sorumlu olamayacağını ve daha önce teklif ettikleri hakeme müracaat kazıyyesinin önem kazandığını ifade eder.
Cevap İngilizlere yakışır şekildedir ve İngiliz hukûmeti olayı inkâra kalkışmaktadır. Osmanlı Devleti tarafından Kuveyt bayrağının dikildiği bayrak direğinin kaldırılması istediği üzerine de, İngilizler yeni bir oyuna başvurur. Osmanlı Devleti”nin bu talebini kabul eder; ancak Osmanlı Sancağı Necid Beyinin Mübârek Es-Sabah”ı tehdit ettiği gerekçesiyle, Kuveyt”i korumak iddiasıyla birkaç tane makinalı tüfeği oraya yerleştirir. Mizansenler, günümüzdekine çok benzemektedir. Osmanlı Devleti, Kuveyt”in bir Osmanlı Sancağı olduğunu, herhangi bir tecavüz vukûunda, bunu önlemenin İngiliz hukûmetininin değil, Osmanlı Devleti”nin vazifesi ve hakkı olduğunu bildirir. İngiliz hâriciyesi ise, Basra Körfezi”nde statükonun muhafaza edilmesinin en büyük arzuları olduğunu ifade etmekle yetinir.
Bütün bu cevaplara ve verilen teminatlara rağmen 1902 senesi başlarında İngiliz harp gemileri, Necid sahillerindeki iskelelere uğrarlar ve tıpkı günümüzde icrâ edilene benzer şekilde Osmanlı Devleti”nin gözünü korkutmak için âlâyiş ve nümayişe kalkışırlar. Gayr-ı müslim devletlerin ve özellikle de Avrupalıların, tarih boyu İslam devletlerine verdikleri sözlerde asla durmadıklarını; hususan İngiliz ve Fransızların İslamın ve müslüman Türk milletinin lehine olacak hiçbir şeye evet demediklerini esefle müşahede ediyor ve devlet yetkililerimize bu hakikatı hatırlatıyoruz. Bu sebeple, bunlarla girişilecek her münasebette, milletlerarası hukukun kâidelerine ve dipolomatik kâidelere riâyet etmekle beraber, her zaman yalan söylemelerinin veya verdikleri sözde durmamalarının an meselesi olduğunu unutmamak icabeder. İşte fıtratına uygun olan İngiliz kuvvetleri, verilen sözlere ve imzalanan andlaşmalara rağmen, harp gemilerindeki askerler karaya çıkarak Osmanlı mahallî memurlarını sorgulamaya kalkışmışlardır.
şu hadise ise, Avrupalı devletlerin imzaladıkları andlaşmaları nasıl hep kendi lehlerine tahrif ettiklerine çok güzel bir misal teşkil eder: Osmanlı hâriciyesinin Kuveyt”teki bayrak direklerinin kaldırılması arzusuna müsbet cevap vermiş gibi görünen İngiliz Hâriciye Bakanı Lord Lansdawn, çocukları dahi güldürecek basitlikte şu cevabı (20 Mart 1902) göndermiştir:
“Keşif görevi yapan bir İngiliz gemisinin Acîre denilen adaya yaklaştığı doğrudur. Ancak dikilen direkler, bambu kamışından olup, bayrak için değil, mesafe tayini için dikilmişlerdir. Karaya çıkan zâbitin de görevi budur. Ayrıca Kuveyt”e Osmanlı müfrezelerinin ilerlemekte olduğu duyulmuştur. Bu da andlaşmalara aykırıdır.”
2- Diplomasi Yalanları ve Dönen Dolaplar
1904 senesinde, İngiltere hükûmeti tarafından Kuveyt”e bir konsolos tayin ettiği, konsolosluk inşaasına başlandığı; bu tavizler karşılığında maaş ve ikramiye adı altında Mübârek Es-Sabah”a 100.000 Rupi ile 500 kese pirinç verildiği ve aralarında birtakım gizli andlaşmaların yapıldığı, Basra”daki Osmanlı yetkililerince Bâb-ı Âlî”ye bildirilmiştir. Osmanlı hâriciyesinin İngiltere”den malûmat taleb etmesi üzerine, böyle bir hadise inkâr edilmiş ve bu hediyeleşmenin Kuveyt şeyhi ile Hindistan hükûmeti arasında cereyan ettiği belirtilerek açıkça yalan söylenmiştir.
1910 senesi başlarında İngilizlerin Mübarek Es-Sabah ile gizli andlaşmalar yapmak üzere girişimlerde bulunduğu haber alınınca, gerekli teşebbüslerde bulunulmuştur. Osmanlı Sefirine verilen resmî cevapta, 11 Eylül 1901 tarihli takrir ile bize karşı bir taahhüd altına girmiş olan İngiltere”nin böyle bir teşebbüse girmesinin mümkün olmadığı; Kuveyt”le andlaşma imzalamak üzere Kuveyt”e herhangi bir seyahat yapılmadığı ve Kuveyt”te statükonun muhafazasında da musır oldukları ısrarla belirtilmiştir. İngilizler, resmî ağızla böyle derken 28 Kasım 1911 tarihli The Times gazetesindeki çarşaf haberler, kendi hâriciyelerini resmen yalanlamaktadır.
c3 -The Times Gazetesi Kendi Hükûmetlerini Tekzib Ediyor
İngiliz hâriciyesi Osmanlı Devleti”ne yalan söylerken diğer taraftan The Times gazetesi kendi devletlerini yalanlamakta ve şu ifadeleri kullanmaktadır:
“- Kuveyt, hiçbir zaman Osmanlı Devleti”nin değildir.
– Kuveyt üzerinde İngilizlerin, Kuveyt şeyhi ile 1899”da imzalanan gizli andlaşmayla himaye hakkı doğmuştur.
– Nihayet 1901 tarihinde Osmanlı Devleti”ne, imzalanan andlaşmaların varlığı ve bunlar esas alınarak yeni bir andlaşmanın imzalanması için bilgi verilmiştir.”
Bu olayların İngiltere tarafından resmen kabulü üzerine Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında 1913 tarihinde yeni bir andlaşma imzalanır ve bu andlaşmadaki menfî hükümler, elli senedir İngiliz hükûmetinin ve Kuveyt şeyhlerinin sürdürdüğü ikiyüzlü politikanın acı meyveleridirler. Andlaşmanın önemli maddelerinden bazıları şunlardır:
1- Kuveyt, Osmanlı Devleti”ne bağlı idarî özerkliği hâiz bir kazadır.
2- Osmanlı Devleti, Kuveyt”in iç işlerine müdahale edemeyeceği gibi, her çeşit askerî hareketten de kaçınacaktır.
3- Osmanlı Hükûmeti, eski gizli andlaşmaları tanıyacak ve bunlarla İngiliz vatandaşlarına tanınan imtiyazları kabul edecektir.
4- Kuveyt”in özerk idaresine ait harita çizilmiştir.
5- Kuveyt idaresi kabul etmedikçe, demiryolu projeleri tatbik edilemeyecektir.
6- Kuveyt şeyhi Osmanlı kanunlarına tâbidir[5].
Asırlarca, dahildeki idareye müdahale edilmeden, ancak hârici tecavüzlere karşı korunarak huzur içinde yaşayan Kuveyt, ismen Osmanlı Devleti”ne bağlı olsa da resmen İngilizlerin hâkimiyeti altındadır. Osmanlı hâkimiyeti boyunca müslümanların imtiyazlara sahip olduğu Kuveyt”te artık İngilizler ve Fransızlar imtiyaz sahibi insanlardır. Maalesef 1985 yılının Mayıs ve Haziran aylarında bu ülke bağımsız gibi görünürken yaptığım bir seyahat esnasındaki müşahedelerim, bu durumun değişmediği doğrultusundadır. Yani İngilizler başta olmak üzere bütün Avrupalı ve Amerikalılar, Kuveyt”te birinci sınıf insandır ve bunlara vize tatbik edilemez. Başta müslüman Türkler olmak üzere, müslüman ülkenin vatandaşları ise, ikinci hatta üçüncü sınıf insan durumundadırlar. elbette ki bu resmî durumdur. Zira Kuveyt”teki şuurlu müslümanların asla böyle olmadığı da bir vâkı‘adır. Bizim burada belirtmek istediğimiz husus, bu andlaşma ile Kuveyt”in siyasî açıdan olmasa bile, ekonomik ve sosyal açıdan Avrupa”ya teslim edilişidir. Bu durumun 30 seneye yakın bir zaman süren bağımsızlık devresinde de değişmediğini, ayrıca belirteceğiz.
Burada 28 Kasım 1911 tarihli The Times gazetesinde yayınlanan uzun bir makaleden iki paragraf iktibas edecek ve bugünkü Körfez krizinin şehadetiyle müslümanların nasıl aldatıldığını gözler önüne sermeye çalışacağız.
Osmanlı Devleti ve Kuveyt münasebeti hakkında şunları yazıyor: “Osmanlı hükûmetinin Basra Körfezi”nde hâkimiyet iddia etmesi çok büyük bir hülya ve azim bir hatadan ibarettir. Almanya”nın tahrikleriyle Kuveyt, Osmanlı Devleti tarafından işgal edilmek istenmektedir.”
şimdi de Kuveyt şeyhi Mübârek Es-Sabah hakkında yazdıklarından bir iki cümle nakledelim: “şeyh Mübarek, bugün her zamandan ziyade kuvvetlidir. Kuveyt kasabası sür‘atle terakki ve ma‘mûriyet etmekte, tedricen ticareti artmakta ve şeyhi de gittikçe servet sahibi olmaktadır. şeyh bugün 10-15 bin kişilik kuvveti harp meydanına sevke muktedirdir. Lord Curzon, şeyh Mübarek”i ziyaret ile kendisine bir kılıç hediye ettiği zaman, adı geçen şeyh kendisini “İngiliz ordusuna mensup bir zâbit” addettiğini beyan eylemiştir. İngiltere geleceği hiç bir şekilde müphemlikten kurtulamayacak olan Kuveyt üzerindeki hakkından asla feragat etmeyecektir[6].”
Şimdi sormak hakkımız değil mi? Acaba Kuveyt”in bütün ordusu nükleer silahlarla donatılsa, bir köy veya kasabadan öteye gitmeyen bu ülke, İngiliz veya benzeri bir devletin kuklası olmaktan başka neye yarayacaktır? Osmanlı Devleti”ne bağlı olmakla, hilâfet mânâsıyla bütün müslüman ordularını arkasında destek bulmayı, ikiyüzlü ve menfaatçi Batılıların himayesine feda etmek ne derece aklın ve mantığın neticesidir? Halbuki asırlarca Osmanlı Devleti”nin bir köyü veya kasabası olarak kaldığı ve dahilî idarede de serbest olduğu dönemlerde, acaba zararları olmuş mudur? Varsa nelerdir? Avrupa”nın bu ikiyüzlülüğü yerine Birleşik İslâm Devletleri haline gelip bir Osmanlı mânâsını tekrar yaşatmak, denemesi imkânsız bir ihtimal midir? İngilizlerin tesbiti maalesef doğru çıkmıştır ve Osmanlı Devleti harpten mağlup çıkınca Kuveyt”teki müphemlik artarak devam etmiştir. Otuz senelik bağımsızlık devresinde de gizli bir müphemlik zaten vardı. Bu gizli müphemlik zalim ve şer kuvvetlerin kuklası olan Saddam tarafından gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu müphemlikten istifade edecek olan da başta Amerika ve İngiltere olmak üzere, Batılılar yani gayr-ı müslimler olacaktır.
Kuveyt, Dünya Harbi”nden sonra tamamen İngiliz hâkimiyetine geçmiştir. Görünürde sadece dahilî işlerinde müstakil bir Kuveyt şeyhi vardır. Ancak asıl hâkim İngilizlerdir. 1961 yılından itibaren tam bağımsızlığına kavuşmuş gibi görünen Kuveyt, İran ve Irak tarafından toprak bütünlüğüne yönelik tecavüz baskısı, İngiltere ve Amerika tarafından ise manevî hâkimiyet baskısı altında yaşamıştır. 1949”da dünyanın en zengin petrol ülkeleri ve daha doğrusu İngiltere ve Amerika”nın en zengin petrol kuyuları arasına girmeye başlamış ve zamanla OPEC üyeleri arasında önemli bir yer tutmuştur. Biz bu devre üzerinde fazlaca durmayacağız. Zira bu kısım üzerinde fazlaca yazılıp çizilmiştir. Bizim bu tarihî dönemeci izâh ettikten sonra asıl üzerinde duracağımız nokta, Kuveyt veya daha umumî bir tabirle Körfez krizinden almamız gereken derslerdir. Zira bu tarihî bilgileri vermekten kasdımız, bir müslüman ülkeyi hesaba çekmek veya mağdur bir milleti tahkir etmek yahut da Saddam gibi bir zâlim ve hâini haklı göstermek değildir. Tarihde yaşananlar, neticeleri itibariyle, şu anda yaşanan hâdiselere benzediği için, aynı elîm halleri yaşamamak için ne gibi tedbirler almamızı beraberce mütalaa edebilmek ve müslümanın müslümandan başka hakiki dostu olamayacağını idrak etmektir.
[1] Kuveyt Meselesi, İstanbul, Matabaa-i Amire, 1334, sh. 3.
[2] Kuveyt Meselesi, 3-4; İslam Ansiklopedisi, Kuveyt Maddesi.
[3] Midhat Paşa, Hayat-ı Siyasiyesi, Hidemâtı…, İstanbul 1325, sh .102 vd.; Kuveyt Meselesi, 4.
[4] Kuveyt Meselesi, sh. 5-6.
[5] Mu‘âhedenin tam metni için bkz. Kuveyt Meselesi, sh. 14-23.
[6] Kuveyt Meselesi, 33-34.
[2] Kuveyt Meselesi, 3-4; İslam Ansiklopedisi, Kuveyt Maddesi.
[3] Midhat Paşa, Hayat-ı Siyasiyesi, Hidemâtı…, İstanbul 1325, sh .102 vd.; Kuveyt Meselesi, 4.
[4] Kuveyt Meselesi, sh. 5-6.
[5] Mu‘âhedenin tam metni için bkz. Kuveyt Meselesi, sh. 14-23.
[6] Kuveyt Meselesi, 33-34.