Kıbrıs İslâm Ülkesi Haline Nasıl Geldi?

Bunu Paylaş
Prof. Dr. Ahmed Akgündüz
I-Konunun Takdimi

Kıbrıs”ın bir müslüman Türk beldesi haline geleceğini Resûlullah 977 yıl önce haber vermişti. Başta Buhari olmak üzere sahih hadis kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Kıbrıs ile alâkalı Hz. Peygamber”in müjdesini sahabeden Enes bin Mâlik şöyle naklediyordu:

 “Hz. Peygamber, benim halam ve kendisinin de süt teyzesi olan Ümm-i Haram”ın ziyaretine geliyordu. Bir gün yine ziyarete gelmişti. Yemek yedikten sonra uyudu ve uykudan kalkınca gülümsemeye başladı. Halam, “Seni ne güldürüyor?” diye sorunca, şu mu‘cizâne haberi verdi: “Rüyamda bana ümmetimden bir kısım mücâhidlerin şu gök deniz ortasında, padişahların tahtlarına kuruldukları gibi, gemilere kemâl-i ihtişamla binerek Allah yolunda deniz harbine gittikleri gösterildi de ona gülüyorum.”
 Bu cevap karşısında şaşıran Halam Ümm-i Haram niyaz etti ki: “Dua ediniz ben de onlarla beraber olayım.”
 Tekrar uykuya dalan ve yine tebessümle uyanan Hz. Peygamber”e Hala Sultan tekrar sordu: “Neden gülüyorsun?” Bu sefer cevap İstanbul”un fethini müjdeliyordu:
 “Bu defa da ümmetimin gazilerinin kara yoluyla Allah yolunda gazaya gittikleri gösterildi.” Bu sefer de Ümm-i Haram, “dua ediniz, Allah beni bu gazilerler beraber eylesin” deyince, cevap çok açık ve mânidardı:
 “Hayır, sen önceki deniz gazilerindensin.” Ve ger­çekten Ümm-i Haram, Hz. Muâviye”nin fiam valiliği zamanında, kocası Übâde bin Sâmit ile birlikte Kıbrıs”a çıkan deniz gazilerinin arasında yer alıyordu. Ancak Kıbrıs adasına denizden çıkıldığı sırada Ümm-i Haram, bindirildiği katırdan düşerek gazâ yolunda şehîd olmuştu ve artık Kıbrıs adasının manevî fatihi ve sahibi Kıbrıslıların ifadesiyle Hala Sultan kalıyordu[1].
II-Kıbrıs”ın Osmanlılar Tarafından Fethedilmesi Ve Kıbrıs Halkının Hak ve Hürriyetlerine Gösterilen Saygı
Osmanlı Devleti, hem Akdeniz”in içinde ve özellikle de Mısır, Suriye ve Anadolu”nun arasında bir çıbanbaşı gibi durması açısından stratejik sebeplerle; hem Ebussuûd Efendi”nin Kıbrıs”ın belli zamanlarda dar”ül-İslâm statüsüne gelmesi ve bu sebeplerle ve hem de Kıbrıs”da idareyi elinde tutan idârecilerin hem halka ve hem de gemicilere zulm etmeleri gibi sosyal sebeplerle, Sokullu Mehmed Paşa”nın görüşü hilafına, Lala Mustafa Paşa ve Ebussuûd Efendi”nin görüşlerini esas alarak fe­tih kararını vermiştir. II. Selim”in emriyle 977/1570 yılının Mayıs ayında ve Kaptan-ı Derya Müezzinzâde Ali Paşa komutasında başlayan fetih hareketi, 978/1571 yılının Ağustos ayında Magosa”nın da ilhak edilmesiyle tamamlanmıştır[2].
 Osmanlı Devleti, bundan tam 421 sene evvel fethet­tikleri Kıbrıs”da yaptıkları ilk icraat, adanın tapu-tahrir işlemini yaptırdıktan sonra, ada ahalisi arasında hak ve hukukun hâkim kılınması gayretleridir. Fetihden önce Venediklilerin bu ada halkına yaptığı zulümler ve Avrupalıların tasallutu altına girmeleri ve hususan Rumların ista­lasına uğradıktan sonra meydana gelen zulümleri hayale getirip tefekkür etmek şartıyla, Osmanlı Devleti”nin bu ada halkı arasında nasıl hak ve hukuku hâkim kıldığını, şu iki belgeden anlamak mümkündür:
III-I.Belge; Kıbrıs Halkının Hukukuna Ri’âyet Ve Adaletle Hükmetmeyi Emreden Bir Ferman

II. Selim, Kıbrıs”ın fethini tamamladıktan sonra he­men, Venedikliler devrindeki şiddetli baskı idaresinin izlerini silmiş; araziye bağlı esaret demek olan feodalite sistemini kaldırmış ve yerli gayr-i müslimlere meşru da­irede tam bir din hürriyeti tanımıştır. Ada, Kıbrıs Eyaleti haline getirilip Tarsus, Alâiye ve İçel buraya bağlandıktan sonra, ilk Osmanlı valisi zamanında yapılan bir nüfus sayımına göre, 120.000 erkek nüfusu bulunan Kıbrıs halkı arasında hak ve adaletin tesisi için gönderilen 23 Zilhicce 979/1572 tarihli şu ferman, Osmanlı Devleti ve Kıbrıs münasebetleri açısından tarih içinde parlayan altın bir sayfadır. Belgenin asıl metnini ve sonra da sadeleştirilmiş şeklini beraber okuyalım:

1 – Fermanın Asıl Metni:

“Kıbrıs çavuşlarından Ali”ye verildi. Fî 23 Zilhicce sene 979

 Kıbrıs beglerbegine ve Kadısına ve defterdârına hüküm ki:
 Cezire-i Kıbrıs kuvvet-i kâhire-i hüsrevânem ile begile feth olunmuş memleket olup re‘âyâsına dahi nev‘an za‘f târi olup cezire-i mezbûre re‘âyâsına zulüm ve te‘addî olunmayup adâlet olunup, eger icrây-ı şer‘-i şerîfde ve eger tahsil-i emval-i beytülmalde ve eger sâir tekâlif-i ör­fiyye ve avârız-ı divaniyeden himâyet ve sıyânet olunub; takviyet verilmekle memleket ve vilayet eski hali üzere ma‘mûr ve âbâdân olmak mühimmâtdan olmağın buyur­dum ki;
 Bu bâbda her biriniz bizzat mukayyed olub tâife-i re‘âyâ beğe vedâyi‘-i hâlık-ı berâyâdır. Mehmâ emken himâyet ve sıyânet eyleyüb kimesneye zulm ve te‘addî et­dürmeyüb, eğer icrây-ı ahkâm-ı şer‘-i şerîfde ve eğer mîrî hidemâtda ve eğer beytülmal cem‘ ve tahsilinde tedrîc ve adâlet ile tutub eyleyesiz. Eyyâm-ı hümâyûn-ı adâlet-makrûnumda her biri ferâğ-ı bal ve huzûr-ı hâl ile kâr u kisblerinde olmağla cezire-i mezbûre eski hali üzere ma‘mûr ve âbâdan ve re‘âyâ ve berâyâsı emn ü emân ve refâhiyyet ve itmi‘nân üzere olması, nihâyet-i âmâl-i behçetme‘âbımdır.
 Bu hususda gereği gibi her birinüz mukayyed olub her vechi ile şeneldüb ma‘mûr ve âbâdân olması bâbında mesâ‘i-i cemilenüz vücuda getürüb bâb-ı ikdâmda dakika fevt eylemeyesiz. fiöyle ki, re‘âyâya zulm ve te‘addî olunub fevkal-hadd tekâlif ile müte’ezzi olmağla mâbeynlerine tefrika ve ihtilâl verüldüği istimâ‘ oluna, beyân olunan gadrinüz kabul olmak ihtimâli yokdur. Âna göre gaflet eylemeyesiz”[3].
2 – Fermanın Sadeleştirilmiş şekli

“Kıbrıs beylerbeyi, kadısı ve defterdârına hüküm;

 Kıbrıs adası beyim vasıtasıyla fethedilmiş bir memle­kettir. Yeni fethedildiğinden ahali, kısmen zayıf düşmüştür. Ada ahalisine zulüm ve haklarına tecavüz olunmayıp adaletle hareket edilmek; ister şer‘î hükümlerin yani İslâm hukukunun tatbikinde ve ister hazine gelirlerinin tahsilinde azami titizlik göstermek ve gerekse örfî ve divanî vergilerden ada ahalisini muaf tutarak ahaliyi koruma yolunu takip etmekle, adanın güçlenmesine çalışmak ve adayı eski hâli üzere ma‘mûr kılmak en önemli hizmetlerdendir.
 Bu sebeple buyurdum ki, her biriniz azami dikkat gösterip zulüm etdirmeyesiz ve haklara tecavüze müsaade etmeyesiz.
 Gerek İslâm hukukunun hükümlerini icrada, gerek hazineye ait vergi gelirlerinin tahsilinde ve gerekse devlet hizmetlerinin görülmesinde, adalet ve tedrîcilikle hareket edip ahaliye tefrika ve ihtilal verebilecek hallerden kaçınasız.
 Adaletle dolu olması gereken benim saltanat günlerimde ahalinin her ferdi, gönlü hoş ve huzurlu olarak iş ve kârına devam eyleye, eski halleri aynen koruna, ma‘mûr kalalar.
 Mezkûr adanın şen ve ma‘mûr, ahalisinin ise emniyet, refah ve itminan içinde olması, en güzel emelimdir.
 Bu hususa gereği gibi dikkat edesiz. Her açıdan adanın şen ve ma‘mûr olması için güzel gayretler gösteresiz. Üzerinize düşeni yapmakda dakika fevt etmeyesiz. şöyle ki, ahaliye zulüm ve haklarına tecavüz olunarak güçlerinin üstünde vergiler yüklenerek rahatsız edildikleri ve aralarına tefrika ve ihtilal verecek davranışlara girildiği tarafımdan duyula, gadr ve zulmünüzün kabul edilmesi ihtimali asla mevcut değildir. Âna göre gaflet eylemeyesiz.”
IV-II.Belge; Kıbrıs Kanunnâmesi Ve Venediklilerin Zulmüne Karşılık Osmanlı Devletinin Vergi Adaleti
Osmanlı Devleti, bu fermanı göndermekle de kalmamış ve Kıbrıs”da adaletin tam tesisi ve Venediklilerin vergi adaletsizliklerinin ortadan kaldırılması için gereken bütün hukuki düzenlemeleri de yapmıştır. İslam hukukunun tatbiki yanında, özellikle haracî arazi vergilerinin düzenlenmesi ile alâkalı olarak 980/1572 tarihli Kıbrıs Adası Kanunnâmesi hazırlanmıştır. Biz bu kanunnâmeyi uzun uzadıya zikredecek değiliz. Ancak Kıbrıs”daki vergi adaletini sağlayan giriş mahiyetindeki kısmını özetleyeceğiz. Diğerlerininin ise, orijinalini vermekle yetineceğiz:
 Kıbrıs Kanunnâmesi”nin Mukaddemesi:
 “Venedikli kâfirler zamanında Kıbrıs ahalisinin mahsulatından, bazılarından altıda bir; bazılarından beşte bir; bazılarından dörtte bir ve bazılarından da üçte bir alınıyordu.
 Ada halkı arasında Farikoz denen bir gurup haftada iki gün beglerine ve toprak sahiplerine çalışmakla mükellefdi.
 Ahali ve büluğa eren gençler, 60, 80, 90 akçe arasında değişen maktu vergilerini verdikden sonra kendileri, oğulları ve kızları için ayrı ayrı tuz hakkı adı altında ayrıca beşer akçe verirlerdi.
 Ziraat edilen arazilerden kesin olarak üçte bir ürün alınırdı.
Ahalinin kısrağı katır doğursa 60 akçe; tay doğursa 25 akçe; inekleri doğursa beş akçe; her koyun ve kuzudan bir akçe alınırmış.
Limasol ve Odime kazalarında mahsulatdan üçte bir aldıktan sonra her dönüme 1.5 akçe dönüm resmi verirlermiş.
Bütün bu vergiler kaldırılmış ve yerine daha hafif olan şu şer‘î vergiler konmuştur:
 Parikoz denen grup haftada bir gün devlet hizmet­lerini ifâ edecek: Ürünlerinden üçte bir yerine beşte bir haraç verecekler; harac-ı muvazzaf denilen şer‘î vergileri 30”ar akçe olacak; cizye olarak da mükellef olanlardan durumuna göre 100, 80 veya 60 akçe alınacak; koyun zekâtı da iki koyuna bir akçe olacaktır.
 Kıbrıs adası böylece tahrir edilmiş; vergileri kanunla tayin olunmuştur. Kanuna aykırı olarak ahaliden kimseden bir habbe nesne taleb olunmayacaktır.
 980/1572 – İSTANBUL.”[4].
İşte üç asır bu adayı Osmanlı Devleti”ne bağlayan sır, hak ve adaletin kaynağı olan İslâm hukuku ve buna dayanılarak hazırlanan âdil kanunlardı. 1878”de Osmanlı Devleti”nin adadaki hakimiyeti sarsılalıdan beri adada huzurun temin edildiğini söylemek mümkün değildir.
 Bugünkü hâle nasıl gelindiği de herkesin malumudur. Üçyüz sene adayı adalet ve hakkaniyetle idare eden müslüman ecdadımızın, burada tesis ettikleri vakıflar ve benzeri ebediyete adanmış müesseselerle ada toprağına attıkları müslüman Türk damgasının, şimdi idareyi elinde bulunduran Türk ve Kuzey Kıbrıs yetkililerince silinmemesini ve bu konuda daima adaleti baltalamış ve hakkı çiğnemiş olmakla şöhret kazanan Avrupalıların oyunlarına gelmemelerini, şanlı ecdadın torunları olarak istemek, herhalde en tabiî hakkımız olsa gerektir. Aksi takdirde, Kıbrıs”ın İslâm beldesi olacağını müjdeleyen Resûlullah”ın ruhu rahatsız olacak ve Osmanlı şehidleri de sizlere “Sizi gidi mirasyedi ve sorumsuz çocuklar…” diye sitem edecektir.
[1] Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, c. 12, sh. 279-281; Bedîüz-zaman, Saîd Nursî, Mektubât, 96.
[2] Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c. III, I. Kısım, sh. 9-15.
[3] B.O.A, Mühimme Defteri, No: 12, sh. 641.
[4] Ankara Tapu Kadastro Genel Müd. Kuyûd-ı Kadime Arşivi, Defter No: 64, sh. 1-5.
Bunu Paylaş

Comments are closed.