Dursun Gürlek
Ahmed Rasim, Hâce-i Evvel Ahmed Mithat Efendi için ””On iki beygir kuvvetinde yazı makinesi” demişti. Ahmed Mithat”ın oğlu Kamil Bey, babasını eşeğe benzettiği için Ahmed Rasim”e kızar, duyduğu takdirde babasının da öfkeleneceğini zanneder. Derken bu söz Ahmed Mithat Efendi”nin kulağına gider. Efendi şunları söyler: ””Oğlum! insanlara en çok faydası dokunan hayvan beygirdir. Beygirin dört ayağı vardır. Bunlara bir isim koymak gerekirse ben şöyle derim: Ahmed Cevdet, Ahmed Rasim, Ahmed ihsan ve Ahmed Mithat. ””
Şimdi bunların ilki olan Ahmed Cevdet”i tanımaya çalışalım: Ahmed Cevdet İkdam gazetesini çıkardığı ve büyük bir başarıyla yayınını sürdürdüğü için ””İkdamcı Cevdet” unvanıyla anılmaya başlandı.
Her kabiliyetin elinden tutan, her kalem erbabını takdir etmesini bilen Ahmed Mithat Efendi Cevdet gibi son derece yetenekli bir şahsiyeti kültürümüze kazandırma şerefini de başkalarına bırakmadı. Şöyle ki: Ahmed Cevdet Tercüman-ı Hakikat gazetesinin sahibi Ahmed Mithat Efendi”ye bir gün bir mektup yazdı. Efendi mektubu okuyunca bu satırların sahibinin istikbal vaad eden bir genç olduğunu anladı. Derhal işini gücünü bırakıp Keresteciler Çarşısı”na gitti. Cevdet”in babasını bularak oğlunu matbaasına alacağını söyledi ve müsaadesini rica etti. Cevdet”i kolundan tutup besmele çektirerek işe başlattı. O günden itibaren basın dünyası büyük bir kalem ustası kazandı. Ahmed Cevdet, yine Ahmed Mithat”ın yardımıyla İkdam gazetesini kurdu. Ve bu gazete o zamanın şartlarına göre büyük bir tiraj yaptı. Devrin en güçlü yazarlarını bünyesine aldı. Mihran”ın Sabah gazetesiyle rekabete başladı. Bir süre sonra onun yerini aldı.
Okuyucularına forma forma verdiği ””Muhitü”l-Maarif”” gazetenin maddeten güçlenmesine büyük katkıda bulundu. O dönemin ünlü gazetecilerinden Münir Süleyman Çapanoğlu”nun verdiği bilgilere göre, o devrin gazete muhabirleri çok çalışkan, çok gayretli kimselerdi.
Saat mefhumu tanımıyorlar, sabahlara kadar haber peşinde koşuyorlardı. Beygirlerle dolaşıp topladıkları haberleri -telefon olmadığı için tulumbacılarla ve bekçlerle matbaaya ulaştırıyorlardı. işte İkdam”ı çok satan bir gazete haline getiren unsurlardan biri de bu çalışkan ve mesleğine düşkün muhabirlerdi. Tabii ki Ahmed Cevdet”in çekirdekten yetişme gazeteciliği ve olağanüstü gayreti başta geliyordu. O da ustası ve hocası Ahmed Mithat Efendi gibi gazeteciliğin her dalıyla ilgileniyor, gerektiği zaman bütün işleri tek başına yapıyordu.
Bir ara, gazetenin bütün yazarları ve çalışanları ücret meselesinden dolayı bir haftalık grev yaptılar. Cevdet pes etmedi. O hafta gazetenin hem başyazarı, hem fıkracısı, hem musahhihi, hem muhabiri oldu. En küçük bir aksamaya meydan vermeden yayınını devam ettirdi. Daha sonra anlaşmazlık giderildi ve işler rayına oturtuldu.
İkdamcı Cevdet”in bir diğer özelliği de yazarlarına diğer gazetelerin patronlarından daha fazla ücret vermesiydi. Ayrıca gazetesinde sanat, edebiyat, tarih ve kültür yazılarına büyük bir yer veriyordu. Diyebilirim ki okuyucularına kitap vermek sûretiyle kültür hizmetinde bulunan ilk gazete Ahmed Cevdet Bey”in İkdam”ıdır. Bu, o devrin şartlarına göre günümüzle kıyaslanamayacak kadar büyük bir hizmetti. Bugün kütüphanelerimizin baş köşesini süsleyen, ama ne yazık ki hâlâ güzel bir Türkçe ile lisanımıza kazandırılamayan adındaki şaheser, Ahmed Cevdet”in İkdam matbaasında basıldı. Büyük Osmanlı bilginlerinden Taşköprüzâde Ahmed Efendi tarafından kaleme alınan ve İslâmî ilimlerin muazzam bir fihristi, bir ansiklopedisi olan adı geçen eser iki Ahmed tarafından; Ahmed Mithat”la Ahmed Cevdet tarafından irfanımıza kazandırıldı.
İkdam gazetesinde okuduğu bir makaleden yola çıkan Ahmed Mithat Efendi, böyle bir şaheserin İkdam”da tefrika edilmesi için Ahmed Cevdet”e mektup üstüne mektup yazdı. Onu gayrete getirdi. Kendinden örnekler
vererek, bak ben ””Risale-i Hamidiye””yi -hem de olanca hacmine rağmen Tercüma-ı Hâkikat’te tercüme ederek okuyucularıma sundum. Sen de aynı şekilde hareket et dedi. İkdamcı Cevdet ise tefrika ettiği takdirde bunun bir yıldan fazla süreceğini, oysa böyle kıymetli bir eserin en kısa zamanda okuyuculara ulaştırılması gerektiğini belirterek üç ay içinde basabileceğini, bunun için de iki yüz kişilik aboneye ihtiyacı olduğunu dile getirdi. Ahmed Mithat Efendi bir mektup daha yazarak bu teşebbüsü isabetli bulduğunu, iki yüz kişilik abonenin elli tanesini kendisi üzerine aldığını, eserin tashihini de yine kendisinin yapabileceğini söyledi. Böylece Mevzuatü”l-Ulûm Hicri 1313 yılında İkdamcı Cevdet tarafından basıldı.
Burada belirtmemiz gereken bir husus da şudur ki, o dönemin gazete yöneticileri kalem erbabını şimdikilerden daha çok takdir ediyorlar, ayrıca gazetelerinde dini, tarihi ve edebi yazılara daha fazla yer veriyorlardı. Esefle belirtelim ki günümüzde yayımlanan gazetelerin koleksiyonları -faraza elli yıl sonra karıştırıldığı takdirde aktüalitesini yitirmeyen, kalıcı özelliğini koruyan yazılara çok az rastlanılacaktır. Halbuki elli, hatta yüz yıl önce yayımlanan gazetelerin ve dergilerin sayfalarını çevirirseniz aradan geçen bu kadar uzun zamana rağmen sizi heyecanlandıran, ufkunuzu açan kalem ürünleriyle, tarihi ve edebi yazılarla -hem de bol miktarda karşılaşabilirsiniz. Aktüalite, güncel denilen şeyler saman alevi gibidir, yanmasıyla sönmesi bir olur.
İşte İkdamcı Cevdet kalıcı eserler verdiği, gazeteciliğe bu açıdan baktığı için bugün biz kendisini hayırla anıyor, hakkında bu satırları yazıyoruz.
İkdamcı Cevdet”le ilgili iki fıkra da şöyledir:
Bir ara Tercüman-ı Hakîkat gazetesinin yazı işleri
müdürlüğüne okuyuculardan şikayet mektupları gelmeye başlar. Gazete hafif sarsıntı geçirmektedir. Patron işleri düzeltmek için Cevdet”i öğle yemeğine davet eder. O da önüne konan on iki adet kıymalı yumurta sahanını temizledikten sonra teşekkür makamında Ahmed Mithat Efendi”ye şöyle der: ””On iki yumurta, on iki piliç demektir. Bunlar da on iki tavuk olacaktır. Şu hade yarından itibaren Tercüman-ı Hakîkat”e semiz bir tavuk hediye ederim.”” Gerçekten de ertesi günden itibaren gazeteye yeni bir canlılık gelir; Ahmed Cevdet”in kalemi okuyucuları çok memnun eder.
O yıllarda İstanbul”a Madam Gülnar Dolebedof adıyla bir kadın gelir. Birkaç ay Beykoz”da Ahmed Mithat Efendi”nin çiftliğinde misafir kalır. Kış gelince Beyoğlu”nda mükellef bir eve taşınır. Bu kadın Rusça, Fransızca ve İngilizceyi mükemmel bir şekilde bilmektedir. Salonunu devrin şairlerine ve edebiyatçılarına açar.
Mithat Efendi”ye büyük bir saygı gösterir. Türkçe öğrenmek isteyen Gülnar Hanım”a Ahmed Mithat Efendi, Ahmed Cevdet”i hoca olarak seçer. Gülnar Hanım bir yılda Türkçeyi öğrenir. Hatta birkaç roman yayımlar. Bu arada Petersburg İslâm Cematinin müftüsü Ataullah Efendi”nin Renan”a cevap vermek üzere kaleme aldığı eseri Rusça”dan Türkçeye çevirir. Uzun süre İstanbul”da kalan Gülnar Hanım, Ahmed Cevdet”in malûmatına o kadar hayran kalır ki, sonunda akrabasından güzel bir Rus kızını onunla evlendirir. Böylece minnet borcunu öder
Ahmed Cevdet 1935 yılının Mayıs ayında 73
yaşında öldü. Kabri Eyüp mezarlığındadır.
iıhami safa 5 Haziran 1935 tarihli Hafta Dergisi”ne yazdığı bir makalede İkdamcı Cevdet hakkında diyor ki:
“İkdam sahibi Ahmed Cevdet geçen hafta öldü. Yetmiş üç yaşındaydı. Otuz iki yaşında İkdamı çıkarmaya başlamıştı. Kırk bir sene bizim mesleğe hizmet etmiş demektir.
Ahmed Cevdet Mülkiye ve Hukuk mezunu idi. Sabah gazetesine mütercim olarak girmiş, Ahmet Mithat Efendi ile Tercüman-ı Hakîkat”te çalışmış, sonra üç yüz lira sermaye ile İkdam gazetesini tesis etmişti.
Bu gazete için üç yüz altın az gelmişti. Fakat Cevdet sebat etmiş, sıkıntılara göğüs germiş, o zaman tutulmuş ve belli başlı yazarları etrafına toplamış olan Mihran”ın Sabah gazetesiyle yarışa başlamıştı. Bu yarışta Cevdet”e talih de gülmüş, çünkü Ermeni patırtısı üzerine Mihran”ın Sabah gazetesi sarsılmış, yerini İkdam almaya başlamıştı.
Cevdet”in asıl yüzünü güldüren ve İkdam”ı kırk senelik koca bir müessese haline getiren Muhitü”l-Maarif formaları olmuştu. Bu kitaptan topladığı aboneler İkdam”ın küçük sermayesini doldurmuş ve ondan sonra Cevdet parasızlık yüzünden etrafına toplayamadığı arkadaşlarını Sabah”tan çekmeye başlamıştı.
İkdam”ın ilk senelerinde gazeteler kırk paraydı. Çünkü her gazetenin üstüne bir de pul yapıştırmak lazımdı. Pul kalkınca on paraya indi. Satışları beş altı binin -yani bugünkünün yarısı-kadar olduğu halde seviyeleri, hele memleketin umumi seviyesi ile mukayese edilirse bugünkülerden çok yüksekti.
Gazete evvela havadis vermek için çıkar. Memleketin irfanına, kültürüne hizmet borcu ondan sonra gelir.
İkdamda, Sabah da, Tercüman-ı Hakîkat da her iki noktadan bugünkülerden çok yüksekti. Onlar bir taraftan gece sabahlara kadar havadis peşinde koşarken, daha çok haber vermek endişesiyle uğraşırken, bir taraftan da memleketin en kıymetli yazarlarını toplamak için birbirleriyle yarış ederlerdi.
Abdülhamid istibdadının en koyu olduğu yıllarda İkdam”ın çevresinde şu muharrirler toplanmıştı: Mahmud Sadık, Abdullah Zühdü, Hüseyin Rahmi, Hüseyin Cahid, Cavid, Ali Reşad, Mahmud Ata, Necip Asım, Veled Çelebi.
Rakibi olan Sabah, bu yazarlardan birini kendine bağlayabilmek için daha fazla ücret vaat eder, bazılarını çekip almayı başarır; fakat Cevdet yazarının kıymetini bilerek onu yine kadrosuna alırdı.
Bir yıl bütün bu yazarlarla Cevdet arasında ücret meselesinden bir anlaşmazlık çıkmıştı. Muharrirlerin hepsi birden grev yaptılar. Cevdet inat etti. Gazetesini bugünküler gibi, imzaya ve kaliteye ehemmiyet vermeyerek çıkarmaya karar verdi.
Bir hatta içinde O İkdam”ın hem başmuharriri, hem fıkracısı, hem mütercimi, hem musahhihi, hem de muhabiriydi. Bu, bir hafta devam etti. Yazarların isteklerini kabul ederek yine hepsini İkdam”ın etrafında topladı.
Ben İkdam”ın yazı ailesine Cihan Harbi”nin başında girdim. O zaman İkdam dört sayfa çıkıyordu. Fakat bugünküler gibi memleketin her tarafına yayılmayarak, yalnız İstanbul”da ve bir iki bine yakın şehirlerde olmak üzere yirmi beş bin kadar satış yapardı. Cevdet”in Meşrutiyet”te kırk bine kadar yükselen gazetesine bu başarıyı nasıl sağladığını, onunla birlikte on sene çalıştığımız için çok iyi biliriz.
Evvela havadis, şehir haberleri on, on beş muhabirle gayet sıkı bir şekilde takip edilir; bu muhabirlerin yalnız İkdam”a ait olması beklenir; telgraflar, ecnebi gazeteleri, Acemce, Arapça mütercimlerine kadar büyük bir heyet tarafından elekten geçirilirdi. Bugün akşamın sekizinde işlerini bitiren muhabirler, yerine o zaman sabahın üçüne, dördüne kadar haber peşinde koşan bir istihbarat heyeti vardı. Bunlar beygilerle dolaşıp topladığı haberleri telefon olmadığı için, tulumbacılarla ve bekçilerle matbaaya gönderirlerdi.
Sonra yazar kadrosu geliyor; Cevdet”in Hüseyin Rahmi, Ahmet Refik, Yakup Kadri gibi bir çok yazarına verdiği ücreti bugünkü gazeteler yalnız kağıda ve mürekkebe veriyorlar. Her gün gazetesinde bir kaç ilim, fen, tarih, tetkik, tenkit makalesi görmezse Cevdet küplere binerdi.
Biz bugün, bu çeşit yazıları kimsenin okumadığından şikayet ederek sayfalarımızı abur cuburla dolduruyoruz. Ne yazık ki Cevdet bunları senelerce Türk okuyucularına nasıl okuttuğunu, bize öğretmeden gitti.””
Bu makale Türk Edebiyatı Dergisi 336. sayıdan yazarın ve Türk Edebiyatının müsaadesi ile alınmıştır.