“Andolsun ki, Yahudilerle Müşrikleri, mü”minlere düşmanlık bakımından insanların en şiddetlisi bulacaksın.” [1].
Osmanlı Devleti başta olmak üzere bütün müslüman Türkler”in ezer düşmanları, daima lehimize olan ve iftihar vesilesi kabul edilmesi gereken tarihî hakikatlari ters çevirerek aleyhimize kullanmışlar ve tarihi maalesef tahrif etmişlerdir. Osmanlı Devleti”nin Filistin”le olan alâkaları da bunlardan biridir. Osmanlı Devleti”nin Filistin topraklarında uyguladığı, hukukî ve siyasî nizamı bilmeyenler, Arap dünyasının üzerine çökmüş olan bütün felâketlerin Osmanlı hakimiyetinin kötü bir yadigârı olduğunu savunmaktadırlar. Halbuki vak”a tam tersidir. Kuvvetle Filistin topraklarına yerleşmenin imkânsızlığını gören Yahudiler, Osmanlı”ya karşı para silâhını kullanırlarsa da, Padişah”tan aldıkları cevap bu silâhın da teptiğini göstermektedir:
“Ben bir karış dahi olsa toprak satmam; zira bu vatan bana değil Osmanlı milletine aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmışlardır. Ne ile aldıysak onunla geri veririz[2].
Osmanlı Devleti, Yahudiler”in bu topraklara yerleşme arzusuna karşı çok önemli hukukî tedbirler almıştır. Biz bunları kısaca zikredecek ve özellikle Il. Abdülhamid”in bir iradesi üzerinde duracağız.
Birincisi: Osmanlı Devleti Yahudiler”in bu topraklara sığınmaması için evvelâ Filistin topraklarının hukukî statüsünü 18 Recep 1287/ 1871 tarihli İrade-i Seniyye ile bu araziyi belirleyip mîrî yani devlet arazisi haline getirmiştir[3]. Ancak % 20”si yine mülk arazi şeklinde devam ettiği için Yahudiler bu. kısımdan koparabildiklerine yerleşebiliyorlardı. İkinci Abdülhamid tahta geçer geçmez 25 Rebiülâhir 1308/1883 tarihli iradesini neşretti: Bu hukukî düzenleme ile Filistin Arazisi hakkındaki muhtemel kanunî boşlukları doldurarak Yahudiler”e mülk satışını dolaylı olarak engellemiş bulunuyordu[4]. Bir taraftan da hazine-i hâssadaki şahsî mal varlığıyla Filistin”de mümkün olduğu kadar çok toprak satın alarak bu kapıyı kapamaya gayret gösteriyordu[5].
İkincisi: Alınan tedbirlere rağmen Filistin arazisine olan Yahudi akını tam önlenemeyince II. Abdülhamid Sadaret”in ve Meclis-i Mahsûs”un basiretsiz ve ileriyi göremeyen rapor ve mazbatalarına rağmen Yahudi meselesini önemli ölçüde çözecek bir İrâde-i Seniyye neşretmiştir. Bu “İrâde-i Seniyye”yi aynen nakledecek ve kısa bir tahlilini yapacağız.
İçlerinde Ahmed Cevdet Paşa”nın da bulunduğu Sadrazam Muhammed Sâlih Kâmil paşa başkanlığındaki Meclis-i Mahsus, Filistin topraklarındaki Safed kazasına turist olarak gelen 400 ve Hayfa”ya gelen 40 Yahudi”nin Osmanlı tâbiiyyetine alınması yolundaki mazbatalannı 20 Zilhicce l308/l4,Temmuz 1307/1891 tarihinde Sadaret”e arz ederler[6]. Sadaret de bu mazbatayı aynı tarihli ve Kâmil Paşa imzalı bir Tezkere ile Padişah”a takdim eder[7]. padişah Abdülhamid ise fevkalâde bir basiret ve ileri görüşlülükle konuyu şu iradesiyle vuzuha kavuşturur:
“Yıldız Sarayı Hümâyûnu Baş Kitâbet Dairesi,
Beyrut Vilâyeti dahilinde Safed Kasabasında bulunan ve Hayfa”ya 440 (Dört yüz kırk) ecnebî Musevinin istidâları vechile Tâbi”iyyet-i Devlet-i Aliyye”ye kabulleri istîzânın hâvi resîde-i dest-i ta”zim olan 20 Zilhicce 1308 tarihli tezkere-i Sâmiye-i sadâret-penâhileri manzur-i alî oldu. Musevîlerin Kudüs civarında içtima” ve iskân etmeleri, ileride orada bir Musevî hükümetin teşekkülünü intâc edebileceği müâbesesiyle kat”â câ”iz olmaktan başka; zaten Memâlik-i Şâhâne arâzi-i hâliyeden ma”dûd olmadığına ve medenî Avrupalıların memleketlerinden tardetdikleri eşhâsın Memalik-i Şahâneye kabulüne bir sebep olmayıp, hususuyla ortada bir Ermeni Fesâdı mevcûd iken bu suret aslâ câiz olmayacağına nazaran ne merkûmenin ne de sair Musevilerin kabûl olunmayarak Amerika”da iskân etmek üzere geri gönderilmeleri zımnında ba”demâ ayrı ayrı ma”ruzâta hâcet kalmayacak sûrette Meclis-i Vükelâca umumî bir karâr ittihâzıyla bâ-mazbata “arz ve istizân-ı keyfiyyet olunması muktezâ-ı irâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Hilâfet-penâhî”den bulunmuş ve binaenaleyh Tezkere-i Sâmiye-i Vekâlet-penâhîleri takımıyla iâde edilmiş olduğundan ol bâbda emir ve fermân Hazret-i Men Lehü”l emrindir.
21 Zilhicce 1308 (15 Temmuz 1307 (1891))
Ser-kâtib-i Hazret-i Şehriyârî Süreyyâ”[8].
a) Yahudiler”in Kudüs başta olmak üzere Filistin topraklarına toplanmaları ve orada yerleşmek istemeleri, bir Yahudi Devleti kurma amacını gütmektedir. Buna engel olmak kesinlikle şarttır. Zaman, Osmanlı Devletini ve onun basiretli Padişahını haklı çıkarmıştır.
b) Osmanlı toprakları her isteyenin yerleşebileceği boş topraklar değildir. Ya özel mülkiyet konusudur ya vakıf arazidir ya da devlet arazisidir. 1278 tarihli irade bu noktadan önem taşımaktadır.
c) Kendilerini bütün âleme medenî milletler olarak ilân eden Avrupa”lıların memleketlerinden kovdukları Yahudiler”i Osmanlı ülkesine almanın haklı bir gerekçesi ve mânâsı yoktur. Hiçbir hukuk kaidesi ve insanlık da bunu gerektirmez.
d) Osmanlı ülkesinde asırlar boyu gözetlenen Ermeniler Devletin başına belâ olmuştur. Ortada bir Ermeni fesadı varken, bir de Yahudiler”i kabul etmek devletin geleceği açısından tehlikelidir. Gerçekten l. Dünya Savaşı ve onu takip eden tarihlerde Yahudiler, en az Ermeniler kadar fesada sebep olmuşlar ve Ulu Hakan Abdülhamid”i bu sözünde haklı çıkarmışlardır.
Bütün bu sebeplerle artık hiç bir Musevî Osmanlı vatandaşlığına alınmayacak ve Yahudiler”in Osmanlı ülkesine yerleşmelerine asla müsaade edilmeyecektir.
Üçüncüsü: II. Abdülhamit bununla da yetinmeyerek başta Filistin toprakları olmak üzere bütün Osmanlı Devleti topraklarında Yahudiler”e toprak ve mülk satışını yasaklamıştır.
Dördüncüsü: İttihat ve Terakki hükümeti tarafından çok zor anlaşılan II. Abdülhamid”in haklı siyaseti kısmen devam ettirilerek, 29 Şevval 1332/7 Eylül 1330 tarihinde (1911 Tarihinde) “teb”a-i ecnebiyye”nin Arazi Kanunu”nun hakk-ı karâr ve ihya”-ı mevâtı (ölü toprakların ihyası)na ait 78. ve 103. maddeleri hükümlerinden yararlanamamalarına dair “Şûrâ-yı Devlet Kararı” yayınlanmıştır. Böylece Yahudiler”in bu yolla da olsa Filistin topraklarına sığınmaları engellenmek istenmiştir[9].
Özetle, Filistin”i devlet garantisi ile koruyan Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki ile zayıflayınca, Filistin davası da zayıflamış ve Osmanlı Devleti yıkılınca o dava da yıkılmıştır. Yahudiler de maalesef çirkin emellerine kavuştular. İslâm âleminin kendilerini birbirine bağlayan manevî bağları yeniden canlandırıp bir araya gelmeleri ve gerçek tarihi öğrenmeleriyle meseleler hâl yoluna girer kanaatindeyiz.
[1] Kur’an, Mâide Sûresi: 82. Ayet
[2] Öke, Mim Kemal, Il. Abdülhamit, Siyonistler ve Filistin Meselesi, İstanbul, 1981, s. 76 vd.
[3] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade-Meclis-i Vâlâ, N 20714/1-4.
[4] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, a.g.e., No, 33356.
[5] Öke, a.g.e., s. 141-143.
[6] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, a.g.e., N. 5276.
[7] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, a.g.e., N. 5276.
[8] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, a.g.e., N. 5276.
[9] Karakoç, Serkiz, Tahşiyeli Kavanin, 1/270-271.