Filistin İle İlgili Köşe Yazıları

Bunu Paylaş
Sharon”cu vicdansızlar-Filistin yalanları…
İsrail”in; Filistin halkına, Hz. İsa”nın doğum yeri olan Bethlehem”deki kiliseyi dahi sakınmadan ”Kutsal Topraklar”ın şehirlerine karşı giriştiği ve tüm dünyaya adeta meydan okuyarak gerçekleştirdiği saldırganlığa tepki göstermek için illa ”siyasi gerekçeler” gerekmez. Eğer, ”vicdan” diye bir şey var ise, eğer kafanın içinde bir nebze ”akıl” bulunuyorsa; buna tepki gösterilir.
 Nazilerin İkinci Dünya Savaşı”nda Yahudilere uyguladığı muamelenin bir benzeri, İsrail tarafından bugün tam 35 yıldır işgal altında yaşatılan Filistinlilere uygulanıyor ve bunun manzaraları her gün milyonlarca insanın televizyonlar sayesinde gözünün içine giriyor. Onmilyonlarca, yüzmilyonlarca insan, öfke ve hınç doluyor. Gözyaşları akıtıyor.
İsrail”in uluslararası vicdanda mahkum olmasının sebebi bu. Bu yüzden, bugüne dek pek az konuda sağlanabilen bir uluslararası seferberlik, İsrail”e karşı olarak, söz konusu.
 Türkiye”de de durumun farklı olması mümkün değil. En başta, bizim halkımız ”vicdan sahibi”dir. Tarih beraberliği, kültür ortaklığı bir yana, bizim halkımız ”vicdan sahibi” olduğu için kan ağlıyor.
 Peki, bu ülkede; İsrail ne yaparsa yapsın, nasıl bir fotoğraf verirse versin, ister ”Kasap Sharon” tarafından yönetilsin, Filistinlilerin uğradığı muameleyi onaylayanlar yok mu?
 Var. Hem de bunlar önemsiz kişiler değiller. En önemlileri, İsrail tankları, Filistin halkının ”ulusal simgesi”nin, Yasir Arafat”ın karargahının duvarlarını yıktığı gün, Ramallah”ı işgal ettiği sırada ”tank modernizasyonu anlaşması”nı yangından mal kaçırır gibi imzalayarak, İsrail”e 688 milyon dolarlık çek gönderenler. Bunların ardından, bazı gazetelerin köşelerine ve bazı televizyon kanallarının ekranlarına kurulanlar geliyor. Bu ikinci grubun, İsrail tanklarının Türkiye”deki ”cephe gerisi”nden, açıkça adını koymadan başlatmaya çalıştıkları ”İsrail yanlısı kontratak” üç –ikisi yalan, biri çürük- iddiaya dayanıyor.
 Birincisi, Türk toplumunun onyıllardır beynini yıkayan klasik ”Araplar bizi Birinci Dünya Savaşı”nda arkadan vurdu” iddiası. Dolayısıyla, bundan, İsrail”in Araplara yaptığı her zulmü mazur görebilir ve görmeliyiz sonucu çıkarılmak isteniyor.
İkinci iddia, kişiliği kirli, ilişkileri kirli, kafası kirli malum köşe yazarı bozuntusundan kaynaklanıyor: Arafat, PKK, ASALA vs. teröristlerini Filistin kamplarında yetiştirmiş –yani Türkiye”yi hedef almış olan terörün sorumlusu Arafat”tır.
 Üçüncü ve çürük iddia ise, Arapların ve bu arada Filistinlilerin, Türkiye”yi Kıbrıs davasında desteklememiş olduklarıdır.
 Önce, en yaygın olan birinci ”yalan”dan başlayalım. Bu o kadar uzun yıllar üzerinde hiç tartışılmadan söylenegelmiştir ki, adeta üzerinde tartışılması gereksiz bir ”dogma” haline almıştır: ”Araplar, Birinci Dünya Savaşı”nda bizi arkadan vurdu”.
 Mekke Emiri Şerif Hüseyin”in Hicaz”da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916”da İngilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun ”askeri açıdan” tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği ”bağımsızlık vaadi” ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin”in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani ”asıl cephenin gerisi”nde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur.
 ”Asıl cephe”, önce Süveyş Kanalı ve Kanal Harbi”nde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin”de kurulmuştur. Filistin”de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye”de, Irak”ta, Lübnan”da Türk kuvvetlerini ”arkadan vuran” herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul”a yani Türkiye”ye sadık kalmıştır. Cephedeki komutan, Şam Valisi Cemal Paşa, çok sayıda Arap milliyetçisini idam ettirmiştir. Cemal Paşa”nın ve İttihatçıların, kaba baskı politikalarının Araplarda büyük tepki yaratmasına karşılık, Arabistan Yarımadası”nın Hicaz bölümünden Akabe”ye kadar olan ”cephe gerisi” dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur.
 Peki, daha sonra İsrail”in kurucu kadroları olacak unsurların, Filistin”de İngiliz ordularının ”içinde” Türklere karşı savaştığını biliyor musunuz?
 Bunu Yahudi tarihçiler anlatıyor. Yahudi kökenli ünlü İngiliz tarihçisi Martin Gilbert, yine ünlü ”A Complete History of First World War” (Birinci Dünya Savaşı”nın Tam Tarihi) adlı anıtsal kitabının 305. sayfasında “Birçok Yahudi Türkiye”nin yenilgisinin Filistin”de bir Yahudi özerkliğine yol açmasını umuyordu. O kış (1917) Londra”da bir Romanya doğumlu Filistin Yahudisi Alex Aaronsohn, Türkleri Filistin”den çıkartmanın bir yolunu bulmak amacıyla İngilizlere hizmet sundu. Ailesi, Filistin”de bir casus şebekesi kurmuştu bile. O, bu şebekeyi İngilizlerin hizmetine verdi. Gazze ve Birüssebi arasındaki çöldeki kuyuları ve su kaynaklarını iyi biliyorlardı. Bu bilgi, İngiliz kuvvetleri ileri harekata geçecekleri vakit, çok işe yaradı…”
Kitabın 373. sayfasında Balfour”a yazılan bir mektuptan şu satırlar: “Rusya”daki hemen her Yahudi bir Siyonist ve eğer Siyonist emellerin başarıya ulaşmasının Müttefikleri desteklemeye ve Türkleri Filistin”den kovmaya dayandığına ikna edilirlerse, kendi lehimize çok önemli bir unsuru kazanmış olacağız.” Bu ”misyon”u gerçekleştirmek için öne atılan, bugün Sharon”un mensup bulunduğu Likud”un ”pir”i olan Vladimir Jabotinsky idi…
 Sayfa 366: “… İngiliz hükümeti Filistin”deki Türk idaresini İngiliz idaresi altında bir Siyonist antite ile değiştirme düşüncesine yaklaştı. O yaz, Lord Rotschild Filistin”de bir Yahudi Ulusal Ülkesi kurulması için bir taslak sundu; böylece Yahudiler Müttefik ordularında görev alarak Türklerin bozguna uğratılmasını önemli bir amaç haline getirmeye teşvik edileceklerdi…” Buyrun, sayfa 429”a: “… Allenby ordusu, Yafa”nın kuzeyindeki sahilin yanıbaşındaki ovada Kudüs”ün kuzeyine doğru harekete etmeyi beklerken, birçoğu Rusya doğumlu 5000 Filistinli Yahudi silah altındaydı…”
Bir başka ilginç ”tarihi bilgi”, İsrail”in kurucusu David Ben Gurion”un anılarında mevcut. Ben Gurion, Birinci Dünya Savaşı patladığı sırada, İstanbul Hukuk Fakültesi”nde. Amacını şöyle anlatıyor:
 “… İktidar merkezine bu kadar yakın olarak, Filistin”deki Yahudilerin durumunu geliştirebilmeyi düşünüyordum. Çeşitli yollarla Yahudi özgürlük hareketini ilerletebilirdim; önce özerklik, nihai olarak tam bağımsızlık elde ederek. Akıl yürütmem böyleydi. İstanbul”da rasladığım Arap öğrencilerle bu konuda düşüncelerimin çok farklı olduğunu görmekten şaşırdım… Bu genç entellektüel Araplar, mücadelelerinin geleceğini Türk idaresinden bağımsızlık olarak görmüyorlardı. Hiçbiri Arap topraklarının bağımsızlığından söz etmedikleri gibi böyle bir amaç için çalışmıyorlardı. Tam tersine, birçoğu, daha geniş ve daha büyük bir Türk imparatorluğu görmek istiyorlardı…” (Ben Gurion Looks Back-Talks with Moshe Pearlman, s.46)
 Peki, 1922 sonlarında Türk Milli Mücadelesi zafere doğru yürürken, ”bazı Filistinli Arap liderlerin Kemalistlere başvurarak, kendi kaderlerini tayin hakkı elde edebilecekleri Türk mandası istediklerini” biliyor muydunuz? Filistin, İngiliz mandası altına konulmuşken, Filistinli Araplar, ”Türk mandası” istiyorlar. Kaynak, yine bir Yahudi-İsrailli tarihçi; Y.Porath”ın ”The Emergence of Palestinian-Arab National Movement 1918-1929” (Filistin Arap Ulusal Hareketinin Doğuşu 1918-1929) adlı kitabının 160-165. sayfaları…
Artık söz konusu ”tarih yalanı ve çarpıtması”na son vermek zamanı geldi; çünkü bu ”yalan”, İsrail vahşetini Türkiye”ye mazur gösterme boyutlarına gelip dayandı.
Basındaki ”tetikçiler”in, İsrail”in tank mermilerinin ardından Türk kamuoyunun beynine sıktıkları ”yalan mermileri”nden biri, Arafat”ın PKK ve ASALA teröristlerini kamplarda eğitmesi. Her iki kuruluşun, Suriye istihbaratı ile yakından ilişkili ve Arafat”ın her vakit Suriye ile amansız bir çekişme içinde bulunduğu gerçeği çarpıtılmak isteniyor. Sharon dahi bu kadar pervasızca bir yalan savurmadı.
Peki ya ”Kıbrıs davamız”daki destek eksikliği? Bu ne cehalet… Türkiye de, Filistin de İslam Konferansı Örgütü üyeleri. Rauf Denktaş, her İKÖ Zirvesi”ne katıldı. Kıbrıs”a ilişkin hangi kararda Arafat karşı çıkmış; Rauf Denktaş”a sormayı bir denesenize.
 Ayrıca, İsrail”in, Türkiye”yi Kıbrıs davasında desteklemiş olduğuna dair tek bir BM kararı ya da bir başka uluslararası belge gösterebilir misiniz?
 Güneş balçıkla sıvanmaz. Vicdansızlığınızı, akılsızlığınızı, bilgisizliğinizi; çalakalem yazdığınız gazete köşeleri, gelişigüzel ahkam kestiğiniz televizyon ekranları örtemez.
 Vicdan sahibi Türkiye halkının önünde kişiliğinizi teşhir ediyorsunuz. Devam edin; görmeyenler de görsün; bilmeyenler de öğrensin…
Cengiz Çandar  05 Nisan 2002 Cuma Yeni Şafak
 ———————————————————————————
II. Abdülhamid’in Filistin hassasiyeti (1)
İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında devam eden insanlık dışı katliamlar ne zaman gündeme gelse, uzun zamandır susmuş veya susturulmuş bilinçaltımızda II. Abdülhamid ve Siyonistlerin Filistin’den toprak satın almak için yaptıkları cazip teklifleri elinin tersiyle reddetmesi hadisesi canlanır. Sanılır ki Abdülhamid’in Filistin’e Yahudi iskânıyla ilgili aldığı tek tedbir bundan ibarettir. Oysa çok daha karmaşık bir hikâyedir bu. Mim Kemal Öke’nin yakında Ufuk Kitapları’ndan yayınlanacak olan “Küresel Çatışma Çağında Filistin Sorunu” adlı kitabını okurken bu Son Padişah’ın, Siyonizm konusunda Düvel–i Muazzama’nın bir İsrail devleti kurulması yolundaki riyakârca baskılarına nasıl direndiğini bir kez daha görme fırsatını buldum.
 Siyonizm’in ve aslında İsrail Devleti’nin kurucusu ve teorisyeni Theodor Herzl, 1896–1902 arasındaki beş ziyaretinden yalnızca birisinde Padişah’la görüşebilmiştir. Her vesileyle Sultan’ı Yahudilerin Filistin’de iskânına ikna etmeye çalışan Herzl’in çabaları akim kalmış ve Abdülhamid tahtta kaldığı sürece İsrail devletinin kurulamayacağını anlamıştır.
 Herzl, ilk teklifi, Newlinski adlı Polonyalı bir soylu vasıtasıyla yaptığında Padişah’tan şu cevabı alır: “Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır…” Herzl, yalnızca para değil, başka cazip fırsatlar da sunuyordu. Mesela Museviler Avrupa basınına hakim oldukları için o zamanlar Ermenilerin Abdülhamid aleyhine başlatmış oldukları karalama kampanyasını susturabileceğini, hatta “Batı kamuoyunu Türkler lehine çevirebileceğini” iddia ediyordu. Avrupa para piyasalarını elinde tutan Musevi bankerleri bir koz olarak kullanabileceğini düşünen Herzl, 1901 Mayıs’ında Abdülhamid’le görüşmeyi başarır. Bundan sonrasını Öke’nin kitabından okuyalım:
“…II. Abdülhamid’e Batı ülkelerinde ırkdaşlarının uğradığı haksızlıkları ve çektikleri zulümleri anlatan Dr. Herzl, Musevi uyruklarına göstermiş olduğu iyilik ve adaletten dolayı Padişah’a dünya Yahudiliğinin şükranlarını iletti… Osmanlı ülkesinin Mezopotamya’da bulunan petrol yatakları, altın ve gümüş madenleri, verimli toprakları ile ileri düzeyde iktisadî potansiyelinin olduğunu hatırlattı. Fakat tüm bu zenginlikler Avrupa devletleri tarafından sömürülmekteydi.” Siyonizm’in babası, Batı’yı Padişah’a şikayet etmekte ve Musevilerin selametinin ancak Osmanlı topraklarında mümkün olacağını, hatta topraklarına çekeceği Musevilerin bilgi, yetenek ve imkânlarıyla imparatorluğun dağılmaktan kurtulabileceğini söylemektedir. Mantık, gerçekten de mükemmel kurulmuştur ve Padişah’ın bu yaklaşım karşısında teslim olması beklenmektedir.
 Fakat beklenen olmaz. Herzl’i dikkatle dinleyen Abdülhamid, Yahudilerin Filistin’e yerleşmeleri ve özerk bir idare kurmaları karşılığında Musevi bankerlerin Avrupa’daki Osmanlı borçlanma tahvillerini toplayarak devlete rahat nefes aldırabileceklerini de içeren bu cazip teklifleri, ülkesinin selameti bakımından tehlikeli bularak reddedecektir. (Liberallerimizin, mesela Kıbrıs karşılığında böyle bir teklif yapılsa kabul etmeden önce kaç dakika düşünme ihtiyacını duyacaklarını, doğrusu insan merak ediyor.) İş burada da kalmaz. Osmanlı maliyesinin zorda kaldığı bir dönemde Abdülhamid bu defa kurnazca bir karşı teklifte bulunur. Osmanlı borçlarının konsolide edilmesi karşılığında Filistin haricinde herhangi bir Osmanlı toprağına yerleşebilirlerdi Museviler. Ama Siyonistlerin gözü, “herhangi” bir toprakta değil, Filistin’dedir ve bu karşı teklifi bu defa kendileri derhal reddederler.
 Hem Yahudileri topraklarından kovmak hem de onların Filistin’e yerleşmesi üzerinden çıkar sağlamak isteyen ikiyüzlü Alman ve Rus politikalarının farkında olan Abdülhamid ise karşı politikalar geliştirmekte gecikmeyecektir.
Mustafa Armağan 16 Nisan 2002 Zaman
 ——————————————————————-

Firavun”dan Sharon”a; Musa”dan Arafat”a…

 Geçen hafta Perşembe gecesi, İsrail tanklarının Ramallah”a, Yasir Arafat”ın ikametgahına saldırmasına saatler kala, Beyrut”ta eski dostum Cemil Mrouwe ile sohbet ediyordum. Cemil Mrouwwe, ünlü El-Hayat gazetesinin sahibiydi. Şimdi de IHT ile birlikte dağıtılan İngilizce Daily Star”ın sahibi. Beyrut Amerikan Üniversitesi ve Harvard kökenli. Arap dünyasında Amerika”yı ve Amerikalılar”ı en iyi tanıyan ve kavrayanların başında geldiğine şüphe yok. Ve, dünkü Daily Star”da imzasız ama Cemil Mrouwwe”nin satırları olduğunu anladığım ”Amerika kendisinden nefret edilmesi için çok gayret etti” başlıklı başyazısından satırlar:
 “11 Eylül”de işlenmiş olan suçların en sürekli ürünlerinden biri Amerikalılar”ın, kimisi üzüntü ve acı, kimisi kızgınlık ifade eden sorusu: ”Niçin bizden nefret ediyorlar?” Böyle bir sorunun sorulma gereği bile bir talihsizliktir, zira Araplar”ın ve Müslümanlar”ın ezici çoğunluğu Amerika”ya ve halkına büyük saygı duyarlar. Bununla birlikte Amerikan hükümetinin böylesine güçlü duygulara ilham verdiğine ve İslam dünyasının birçok bölümünün Amerika”dan tiksinen insanlara yuva teşkil ettiğine de kuşku yoktur. Bunun niçin böyle olduğunu hâlâ anlayamayan Amerikalılar”ın yapması gereken tek şey, televizyonlarını açıp İsrail”in işgal altındaki topraklarda neler yaptığını seyretmeleri ve başkanlarının bu konuda neler söylediğini dinlemeleridir.
 Washington”a öfke duyan Araplar ve Müslümanlar, en azından Amerika”nın temsil ettiği değerlerin büyük çoğunluğuna karşı değiller. Aslında, Amerikan demokrasisinin güvencesi altındaki özgürlüklere ve bu özgürlüklerin sağladığı refaha gıpta ediyorlar. Onları kaygılandıran, Amerikan hükümetinin Ortadoğu konusunda bir nebze adil davranmayı reddediyor olması…”
Yazının ”intihar saldırıları”na ilişkin Amerikan tarihine gönderme yaptığı şu bölümler daha da ilgi çekici:
 “İntihar saldırıları, bombacının bağnazlığı ve taktiğinin hedef ayırımı yapmamasına içgüdüsel bir tepki duyan Amerikalılar”ı özellikle şaşkına çeviriyor. Ama, ”Ya bana özgürlük ver; ya da ölüm” diyen Amerikan Devrimi”nin bir kahramanı olan Patrick Henry idi. Filistinliler, George Washington”un Trenton savaşında çelikleşen vatandaş ordusuna oranla çok daha umutsuz ölçüde silahsız durumdalar… Birçok Filistinli için, kuvvet dengesizliği (belli ölçülerde Amerikan kayıtsızlığının yol açtığı) bir umutsuzluk duygusu ile birleşerek, onları ölürken karşı taraftan da birkaç kişiyi beraberlerinde sürüklemenin önlerindeki tek yol olduğuna ikna ediyor.
 … (Amerika gibi) bir hakem, Ariel Sharon gibi bir kitle katilinin önüne kırmızı halı sererken, Filistin halkının yegane meşru temsilcisini aşağılamasına onay veriyor. Bütün bunlara rağmen, Araplar”ın birçoğu hâlâ Amerika için sıcak duygulara sahip. Gerçek soru, Amerikalılar”ın kendilerine sormaları gereken şu soru olmalıdır: ”Bizden niçin daha fazla nefret etmiyorlar?””
 Bu anlayış, ”intihar saldırıları” fenomenine daha dikkatle eğilmeyi gerektiriyor. Filistin ve İsrail güçleri arasındaki ”asimetri”yi ve İsrail”in 35 yıldır Filistin halkının işgal altında inim inim inlettiğini hesaplayın… İsrail”in hiçbir BM Güvenlik Konseyi kararına uymadığını, uymamasının hiçbir ”maliyeti”ni Amerikan koruyucu şemsiyesi sayesinde ödemediğini düşünün… Bütün bunlara, ”Beyrut” ya da ”Sabra-Şatila kasabı” ve her zaman barış sürecine karşı çıkmış olan Ariel Sharon”un, Slobodan Miloşeviç”in yanı yerine İsrail hükümetinin tepesinde oturduğunu ekleyin…
 Ve, işgal altındaki çileli Filistin halkının, geleceğe yani ”yaşama ilişkin tüm umutları”nı yitirmiş olduğunu ve elinde İsrail işgaline direnmek için, F-16”ların, Apache helikopterlerinin, tankların ve zırhlıların bulunmadığını ama bu halkın direnmekte ve ”işgalci düşmanı”na karşı savaşmakta kararlı bulunduğunu kaydedin…
 Sonuç: Sonuç, yaşamın anlamını ve gelecek umudunu kaybetmiş delikanlı ve genç kızların herbirinin birer ”canlı silah” haline gelmesidir. Bu ”silahlar”ın ateşlenmesinin adı ise ”intihar saldırıları”dır. Canı 35 yıldır (hatta 54 yıldır) yakılan bir halkın, ”hasmı”nın canını yakmasının tek yolu böyle olabilmektedir ve gerçekten de İsrail”in canını fena halde yakmaktadırlar.
 Savaş, ”siz, bize Ramallah”ta, Bethlehem”de, Tulkerim”de saldırırsanız; bizi kendi topraklarımızda tutuklu hale getirirseniz; liderimizi şakağında tank namluları rehin tutarsanız; biz de size Tel Aviv”de, Hayfa”da, topraklarımızı kanunsuz biçimde kondurduğunuz yerleşim merkezlerinde rahat yaşama hakkı tanımayız” şekline bürünmüştür.
 Bunu ”terör” diyerek kınayacak hangi ”vicdan sahibi” çıkacaktır. Bu halkın ”öldürülme tehdidi” altındaki ”rehin lideri” Yasir Arafat, bu eylemleri niçin kınasın; ve ”işgalin kaldırılacağı ve Filistin Devleti”ne giden yolun açılacağı”na yani bir ”siyasi çözüm”e ilişkin Amerikan-İsrail yükümlülüğü ve güvencesi olmadan, niçin bunları durdurmaya ve kontrol altına almaya kalkışsın?
 Bu konuda dikkate değer bir değerlendirme, bir İsrailli fanatiğin katlettiği Başbakan Yitzak Rabin”in bir üst düzey danışmanı olan Eitan Haber”in, yüksek tirajlı Yediot Ahronot”ta Sharon politikasını yerden yere vuran yazısında mevcut. Haber, “Herkes, ”altyapısı” yerlebir edildikten bir gün, bir ay ya da bir yıl sonra, Filistin terörü tekrar yolunu bulacak ve kafelerimize ve otobüs duraklarımıza geri dönecektir” diyor ve devam ediyor: “Terör, 100 yıldır burada ve hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bir zamanlar bıçak kullanıyorlardı, şimdi bomba. Ama bu aynı terör… (1982”de Sharon”un Lübnan”ı işgalini hatırlatarak) Başbakan Sharon, ikinci kez, amaçlarının ancak kendisinin bildiği –o da eğer biliyorsa- bir askeri harekata girişti. Fakat dikkat etmeli ve Arafat”ın Araplar”ın ve belki de bütün dünyanın kahramanı olarak ortaya çıkmasını önlemeli. Eğer bulunduğu yerden ister bir tabutla, ister iki ayağı üzerinde çıksın; olacak olan budur. Her halukarda, terör tırmanacaktır.”
İsrail çaresizliğinin ve Amerikan yanlışlarının bir ifade tarzı…
Gelelim, Arafat”ın ”bertaraf edilmesi” konusuna… Geçenlerde sütunlarımızı çarpıcı bir yazısına ayırdığımız İsrailli barış aktivistlerinden, eski general Uri Avnery”yi ”Arafat”ın katledilmesi” başlıklı ”Yahudi kültürü”ne göndermeler yaptığı şu ilginç yazısında izleyelim:
 “Eğer Ariel Sharon, göründüğü kadarıyla istediği biçimde, Yasir Arafat”ı katletmekte başarıya ulaşırsa, Filistin lideri halkının ve tüm Arap dünyasının hafızasında, tıpkı Musa”nın Yahudi hafızasında kaldığı gibi, kalacak. Musa Mısır baskısına başkaldırmış ve halkını ”tutsaklık ülkesi”nden çıkarıp, 40 yıl çölde yöneterek, onlardan yeni bir halk yaratmış ve onları Vaadedilmiş Topraklar”ın eşiğine getirmişti. Toprağa kendisi ayak basamamıştı. Allah, toprağı ona uzaktan göstermişti. Şimdi şehit olursa, bunun aynısı Arafat için de anlatılacak. Musa, elbette, bir mitolojik figürdür. Dünyadaki hiçbir ciddi alim, Mısır”dan hicretin gerçekten meydana geldiğine inanmıyor. Ama bunun gerçekten olup olmadığının önemi yok. Mitolojik Musa, Yahudi halkının bilincini, çöldeki bir göçebe aşiretin canlı-kanlı herhangi bir reisinin yapabileceğinden çok daha fazla biçimlemiştir.
 … Gözlerimizin önünde yeni bir efsane doğuyor; Sharon Firavun”dur ve biz İsrailliler kadim Mısırlılarız. Exodus”un hikayesinde Kutsal Kitap şöyle der: ”(Firavun”un) yüreğini ve hizmetçilerinin yüreğini katılaştırdım.” Üzerine her türlü felaket indikten sonra Firavun, İsrailoğulları”nı hür bırakmak konusundaki sözlerinden vazgeçer. Niçin? Allah”ın amacı neydi? İsrailoğulları”nın, uzun yürüyüşlerine başlamadan önce, zorluklar karşısında katılaşmasını istemiştir. Bugün Filistinliler”e olan, işte budur.
 Öyleyse, şimdi bir İsrail kurşunu Arafat”ı öldürürse ne olacaktır? Musa”dan sonra ikinci bir Musa ortaya çıkmadı… Arafat”ın halefi Abu-şu, Abu-bu olmayacak. Kalaşnikov Kardeş olacak- İngiliz işgaline karşı savaşta, gençliğimizde söylediğimiz ”Yoldaş Parabellum”a söz verin; Yoldaş Tommy Gun”a söz verin” şarkısı misali. Parabellem bir tabanca idi. Tommy Gun, bir hafif makinalı tüfek. Hiçbir Filistinli Quisling olmayacak. Eğer bir aday bulunursa, tıpkı Sharon”un Lübnanlı Quisling”i Beşir Cemayel gibi, ertesi gün öldürülecek. Düzinelerce mahalli gerilla lideri onun (Arafat”ın) yerini alacak, ve yıllarca sürecek ve sadece ülkede değil, tüm dünyada sürecek bir intikam kampanyasına girişecekler.
 Her İsrailli”nin hayatı cehennem olacak, dünyanın tümü bir Kudüs stili Ben Yehuda Sokağı”na dönecek (ardarda intihar saldırılarının gerçekleştiği Kudüs”ün merkezindeki ana cadde cç.). Hiçbir İsrail Büyükelçiliği, hiçbir uçak, hiçbir turist güvenli olmayacak.
 Ölü Arafat, yaşayan Arafat”tan çok daha tehlikeli olacak. Yaşayan Arafat barış yapabilir ve yapmaya razı olabilir. Ölü Arafat yapamaz. (Ölü Arafat) ihtilafı ebedileştirecektir…”
 Günlerdir anlattıklarımızın, Amerikalılar”a yakın bir Lübnanlı ve iki İsrailli tarafından çarpıcı anlatımları…
 ”Araplar”ın Birinci Dünya Savaşı”nda Türkler”i arkadan vurdukları” şeklinde, tarihi gerçeklerin çarpıtıldığı (İsrail”in kurucu kadrolarının İngilizler”in safında Türkler”i Filistin”den çıkarmak için savaştıklarından haberleri ve bilgileri yok) teraneleri canlandırarak ya da ”Araplar”ın Kıbrıs davamızda Türkiye”ye destek çıkmadığını” hatırlatmaya (İsrail”in hiçbir zaman desteklemediğini hatırlamadan) gayret ederek, üstü kapalı Sharon”u arkalamaya çalışanların; yani vicdanlarıyla birlikte akılarını da yitirmiş olanların gözlerinin açılmasına belki yardımı olur…
Cengiz Çandar 04 Nisan 2002 Perşembe  Yeni Şafak
 ——————————————————————-

İsrail Osmanlı”nın şemsiye devlet modelini keşfetmeli

 Osmanlı Devleti bir Asya, Avrupa ya da Afrika ülkesi değil, medeniyetlerin harman olduğu bir coğrafyada gelişip büyüyen bir dünya devletiydi. Altıyüz yıl üç kıtada varlığını sürdüren, ırklar ve dinler mozayiği Osmanlı”nın uzun ömürlü olmasının sırrı, onun bütün dünyaya armağan ettiği “Şemsiye devlet” modelinde gizlidir.
 Osmanlılar gittikleri her coğrafyada üç ana unsur ve ilkeye çok önem vermişler. Birincisi, hiç bir kesimi, dilini ve dinini değiştirmeye zorlamamışlar. İkincisi, bütün topluluk ya da cemaatlere ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlerinde, o günün şartlarında büyük bir özgürlük alanı tanımışlar. Üçüncü olarak da, kimseyi ırkından, renginden ve inancından dolayı aşağı görmemişler.
 Osmanlı Devleti”nin geniş şemsiyesi altında her ırktan, her renkten ve her dinden insana yer vardı. Çünkü onlar bütün insanları ya inançta ya da yaratılışta kardeş olan Ademoğulları olarak görüyorlardı. Onlar, insanın değerinin erdemiyle birlikte, insanlığa katkısından kaynaklandığının bilincindeydiler. Onların yönetiminde erdemli ve üretgen her insana sonuna kadar yer vardı.
Başta İsrail olmak üzere, uzun ömürlü olmak isteyen her milli devlet, Osmanlı”nın “şemsiye devlet” modelinden ders almak zorundadır. Özellikle Yahudiler geçmişte birkaç defa olduğu gibi, bir daha Filistin topraklarından sürülmeyi istemiyorlarsa, yalnızca kendilerinin değil, Filistinliler”in de “seçilmiş” olduklarını bilmelidirler.
 Bütün insanlığın “eşref-i mahlukat” olduğunu kavrayamayanlar, farkında olmadan erdemleriyle birlikte güçlerini de yitirirler. İsrail bugüne kadar karşısında yalnızca Filistinliler”i görüyordu. Almanlar, İngilizler, Fransızlar, Amerikalılar eleştirilir, İsrail eleştirilemezdi. Ancak İsrail”de estirilen devlet terörü öylesine dehşet saçmaya başladı ki, artık bütün dünya “ırkçı” Yahudiler”i eleştiriyor. Amerika gibi, “İsrail”den daha İsrail”ci” ülkelerde bile, Filistin”deki cinayetleri protesto eden sesler yükseliyor.
 Yahudiler “seçilmiş” ırk oldukları iddiasından vazgeçmedikleri sürece, insanlık ailesi içindeki yerlerini hiçbir zaman alamazlar. Ayrıca İshakoğulları seçilmiş bir ırk oluyor da, İsmailoğulları neden olmuyor? Ademoğulları ya da bütün insanlığın ikinci atası olan Nuh”un oğulları arasında kimsenin kimseye bir üstünlüğü olamaz. İster Nuhoğulları, ister İbrahimoğulları arasında olsun, üstünlük yalnızca erdem ve hoşgörüdedir.
 Batı”daki köklü Yahudi düşmanlığı, Hıristiyanlar”ın Yahudiler”i Hz. İsa”nın ölümünden sorumlu tutmalarından kaynaklanır. Yahudiler”i Hıristiyanlar”ın suçlamalarından kurtaracak Müslümanlar”ın şahitliklerinden başka bir güç yoktur. Yahudiler”in İslam”ın ana kaynaklarına dayanmadan, Hıristiyanlar”ın suçlamalarından aklanmaları mümkün değildir. İbrahimoğulları”nın kendi aralarındaki düşmanlıkları gidermek için, İsmailoğulları”nın şahitliklerine ihtiyaçları vardır.
İsrail Birinci, İkinci ve Üçüncü Roma yıkıldı. Dördüncü Roma Washington, Beşinci”si de olmayacak diyorsa, gerçekten yanılıyor demektir. Washington, “11 Eylül”den sonra izlediği ilkesiz ve tutarsız dış politikasıyla, son sözü söyleme gücünü hızla yitiriyor. Brüksel ise, Beşinci Roma olma yolunda hızla ilerliyor. Gerçi Avrupa Birliği ekonomik açıdan olduğu gibi, askeri açıdan da büyük bir güç değildir.
 Osmanlı “Şemsiye devlet” modelinde olduğu gibi, Avrupa Birliği”nin gücü ordusundan değil, hak bilirliğiyle birlikte hak gözetirliğinden gelecektir.
 “Ordu devlet” olmakla sorunlar çözülseydi, Amerika, Vietnam”dan, İsrail de Beyrut”tan çıkmazdı.
Nazif Gürdoğan 14 Nisan 2002 Pazar Yeni Şafak

‘, ‘2003-06-12 00:00:00’, 5008, 11, 1, 1, ”), (180, ‘Avustralya’da ‘Osmanlı sistemi’ ‘, ‘

Türk milletvekilleri Avustralya’daki “insan hakları” formülüne hayran kaldı.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Avustralya’da insan hakları açısından 200 yıllık kötü sicili ortadan kaldıran sistemi yerinde inceledi. Dünyanın diğer ucunda “insan hakları formüllerini” inceleyen heyetin karşısına “Osmanlı sistemi” çıktı.
Heyet Avustralya’da hem “yerlilerin” insan haklarının korunması hem de sonradan ülkeye gelenlerin haklarının korunmasına ilişkin uygulamalar hakkında bilgi aldı. Avustralya’da, federal hükümete bağlı ve parlamentoya karşı sorumlu, her eyalette birer insan hakları komisyonu bulunduğunu belirleyen komisyon, 200 yıl önce yerlilere karşı uygulanan baskıların ardından, bu kötü sicili düzeltmeye dönük kurulan sisteme hayran kaldı. Bugün her türlü ayrımcılığın büyük bir suç sayıldığını bildiren komisyon üyeleri, insan hakları komisyonlarına gelen şikayetlere de şaşırdılar. Yerli bir kadının, “Beni Oborjin olduğum için otele almadılar” diye başvurduğunu söyleyen Komisyon Başkanı Hüseyin AkgülAkgül, “180 etnik yapı, 82 konuşulan dil ve 72 dinin” bulunduğu ülkede birliğin çok kültürlülüğe dayandığını ve bu sisteme “Osmanlı sistemi” adı verildiğini kaydetti.
SALİHA ÇOLAK Ankara
 Milliyet 05 Nisan 2002 Perşembe
‘, ‘2003-06-12 00:00:00’, 4673, 11, 1, 1, ”); (181, ‘Soykırım Sanayii ‘, ‘
 Soykırım iddialarının gündemde olduğu şu günlerde, bir “Yahudi Profesör” olan Norman G. Finkelstein, “Soykırım yaşadıklarını söyleyen Yahudilerin birçoğu yalancı!.. Sırf para sızdırmak için kendilerine bir geçmiş icat ediyorlar!.. Bu iş, tam bir Soykırım Endüstrisi haline geldi. Amerikan bankalarının önüne gelip yatan Yahudi ihtiyarların çoğu, tam bir sahtekârlar sürüsüdür” diyor.
Yahudi profesörden müthiş ifşaatlar.
 Halen Chicago Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Norman G. Finkelstein, kendi anne-babasının da Nazi kamplarından kurtulmuş kimseler olduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: “Amerika’da bir Holokost (Yahudi Soykırımı) Endüstrisi var. Bu endüstrinin ana gayesi, İsrail’in Filistinlilere karşı câni politikasını haklı göstermek ve soykırıma uğramış aileler adına Avrupa’dan para sızdırmaktır.”
BUNLAR, MEZAR SOYGUNCUSU
“Holokost Endüstrisi, bir diğer deyişle Yahudi Soykırımı Sanayii, tarihi ters çevirme taktiği, tarihi çarpıtma taktiğidir. Bunların yaptığı mezar soygunculuğudur. Göz göre göre tarihî bir sahtekârlık işlenmektedir. Holokost Endüstrisi, insanlık tarihinin en büyük hırsızlık olayıdır!”
DÜNYAYI HARACA BAĞLADILAR
 Yazar, 150 sayfalık “Holokost Endüstrisi” kitabında, Roger Garaudy’nin “İsrail, Mitler ve Terör” kitabında vurguladığı hemen hemen bütün gerçekleri aynen savundu. Daha da ileri giderek, bu Holokost sanayiinin Avrupa ülkelerinin paralarını çalıp çırpma şeklinde yürütüldüğünü söyledi. Soykırımdan sağ kalanların sayılarının habire şişirilerek sürekli tazminat ödettirildiğini hatırlattı. Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinden, İsviçre bankalarından uydurma soy kütükleri, yalan akrabalıklar, olmayan anne ve babalar adına sürekli para sızdırıldığını anlattı.
TAM BİR ÜÇKAĞITÇILIK
“Holokost kavramı adına her türlü entelektüel üçkâğıtçılık almış başını gidiyor. Elie Wiesel, (Nobel ödüllü Yahudi yazar) bu konuda verdiği konferans başına 25 bin dolar alıyor. Kendisine ayrıca şoförlü bir limuzin de tahsis edilmiş bulunuyor. Holokost adına bir sürü dolandırıcılık ve sahtekârlık yapılıyor ve bunlar servete boğuluyorlar. Amerika’da Holokost denilince Yahudiler akla gelirken, Japonlara yapılan Hiroşima ve Nagazaki soykırımları bir stadyumda bir rock konseriyle kutlanmaktadır! Ne iğrenç bir anlayış!”
1996 yılında “İsrail, Mitler ve Terör” kitabını yazarak, “İsrail, Yahudi soykırımını abartarak Filistinlilere karşı soykırım yapıyor!” diyen ve bu yüzden Fransa’da mahkûm edilen ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy’den dört sene sonra, özbeöz Yahudi olan Norman G. Finkelstein adlı bir profesör de aynı gerçekleri dile getirdi.
 Chicago Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Norman G. Finkelstein, geçen yılın sonlarında Amerika ve İngiltere’de piyasaya çıkan, bugünlerde de diğer Avrupa dillerinde tercümesi sunulan “Holokost Endüstrisi” kitabında, İsrail’in ve Amerikan Yahudi derneklerinin Nazilerin yaptığı Yahudi katliamını nasıl istismar ettiklerini gözler önüne serdi.
 Kendi anne-babasının da Nazi kamplarından kurtulmuş kimseler olduğuna dikkat çeken profesör, bu soykırımın Yahudi kuruluşlar ve İsrail tarafından maddî bir kazanç ve Batılı ülkeleri soyma şeklinde istismar edildiğini belirtti.
 Yazar, “Amerika’da bir Holokost (Yahudi Soykırımı) Endüstrisi var. Bu endüstrinin ana gayesi, İsrail’in Filistinlilere karşı câni politikasını haklı göstermek ve soykırıma uğramış aileler adına Avrupa’dan para sızdırmaktır” dedi.
 Yahudi Profesör, Holokost Endüstri’sinin 1967 Arap-İsrail savaşından sonra ortaya çıktığına özellikle dikkat çekti. Bu savaştan sonra, Amerika’nın Ortadoğu’daki köprübaşı olan İsrail’e ilginin arttığını, Amerika’nın seçkin Yahudi tabakasının İsrail’le bağları iyice kuvvetlendirdiğini ve İsrail’i bütün dünyaya karşı savunmak için “Yahudi Katliamı Endüstrisi”ni kurduğunu anlattı. 1973’teki Arap-İsrail savaşı ile birlikte, bu endüstrinin dört dörtlük bir şekilde işletilmeye başlatıldığını kaydeden yazar, “Holokost Endüstrisi, İsrail’i her türlü tenkide karşı korumak için mükemmel bir silâh hâline getirilmiştir” tespitini yaptı.
“Holokost sistemi, iki temel dogmaya dayanır” diyen Prof. Norman G. Finkelstein, bu dogmaların şunlar olduğunu açıkladı:
“1- Dünya tarihinde sadece tek bir soykırım vardır, o da Yahudi soykırımı olan Holokost’tur;
2- Holokost, Yahudi olmayanların Yahudilere karşı akıldışı ve ezelî-ebedî kinlerinin zirve noktasıdır.”
Profesör, bu iddiada olanların ne Amerikan yerlilerinin soykırıma uğramalarını, ne Nagazaki ve Hiroşima’da soykırıma uğrayan Japonları ve ne de başka soykırımları asla soykırım olarak kabul etmediklerini belirtti.
 Yahudi katliamı konusunda çok çirkin, çok ahlâksız ve insan onuruyla hiç bağdaşmayan bir sömürünün her düzeyde devam ettirilmekte olduğunun altını çizerek şunları yazdı:
“Holokost kavramı adına her türlü entelektüel üçkâğıtçılık almış başını gidiyor. (Nobel ödüllü Yahudi yazar) Elie Wiesel, bu konuda verdiği konferans başına 25 bin dolar alıyor. Kendisine ayrıca şoförlü bir limuzin de tahsis edilmiş bulunuyor. Holokost adına bir sürü dolandırıcılık ve sahtekârlık yapılıyor, bazı yazarlara bu konuda habire kitaplar ve romanlar yazdırılıyor ve onlar servete boğuluyorlar.”
Profesör Finkelstein, “Holokost sadece para sızdırmak ve servet edinmek için kullanılmakla kalmıyor, ideolojik bir maşa olarak da kullanılıyor. Holokost, İsrail’i savunmak için son derece değerli bir şaşırtma taktiği, bir kandırma âleti olarak kullanılıyor. Yahudi soykırımı, gerçek anlamda bir ideolojik cop olarak habire havada savruluyor. Ortadoğu’da bu cop sayesinde çok kirli savaşlar yapılıyor. Yine bu cop sayesinde, İsrail’in Filistinlilere karşı yaptığı katliam, uyguladığı insanlık dışı vahşet kolayca örtbas edilebiliyor” gerçeğini gözler önüne serdi.
 Ve vicdan sahibi bu Yahudi profesör şunları da haykırdı:
“Sizler, Holokost, Yahudi katliamı, Yahudi soykırımı diye diye, günümüzde inim inim inleyen diğer bütün insanların acı ve ıstıraplarını örtbas ediyorsunuz! Filistinlilerin gördükleri zulmü önemsiz gösteriyorsunuz! Ambargo yüzünden ölen 1 milyon Iraklı çocuğu görmezden geliyorsunuz! Nazilerin öldürdükleri Yahudi sayısı kadar, bugün Irak’ta da Iraklı çocuk ambargo sebebiyle ölmüştür ve ölmeye de devam etmektedir! Siz bu apaçık hakikati bile gizliyorsunuz!”
Yazar, 150 sayfalık “Holokost Endüstrisi” kitabında, Roger Garaudy’nin “İsrail, Mitler ve Terör” kitabında vurguladığı hemen hemen bütün gerçekleri aynen savundu. Daha da ileri giderek, bu Holokost sanayiinin Avrupa ülkelerinin paralarını çalıp çırpma şeklinde yürütüldüğünü söyledi. Soykırımdan sağ kalanların sayılarının habire şişirilerek sürekli tazminat ödettirildiğini hatırlattı. Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinden, İsviçre bankalarından uydurma soykütükleri, yalan akrabalıklar, olmayan anne ve babalar adına sürekli para sızdırıldığını anlattı.
Yahudi profesör, kitabıyla ilgili olarak verdiği bir mülâkatta da şu açıklamalarda bulundu:
“Holokost, gerçek anlamda bir sanayi haline dönüşmüştür. Bundan çok bol para kazanılmaktadır. Bakın, 1999 yılında New York Times gazetesinde 300’den fazla makale yayımlandı. Hava durumunu bir yana bırakırsak, o gazetede en çok işlenen konu Holokost oldu.
 Holokost’un bir sömürü aracı olarak kullanıldığını ortaya döken tek kişi de ben değilim. Benden önce Raul Hilberg bu konuyu dile getirdi. Onun şöhreti, otoritesi ve büyüklüğü yanında ben bir hiçim. Kendisi, Amerikan Yahudi teşkilâtlarını gaspçılıkla, zor yoluyla para sızdırmakla itham etti. Kendisi ayrıca beni destekleyeceğini bildiren bir mektup da gönderdi. Amerikan Yahudileri arasında özelde bu tenkitler yapılıyor, ama halkın önünde asla yapılmıyor.
 Ben, Yahudi katliamı olmamıştır veya bunu unutalım gitsin demiyorum. Ben sadece, Amerikan Yahudi teşkilâtları bu meseleyi sömürü aracı hâline getirmişlerdir, başkalarının acılarını hiç kaale almaz olmuşlardır diyorum. Meselâ Amerika’da Holokost denilince acılar, ıstıraplar yâd edilir veya ettirilirken, Japonlara yapılan Hiroşima ve Nagazaki soykırımları bir stadyumda bir rock konseriyle kutlanmaktadır! Ne müthiş alay! Ne iğrenç bir anlayış!”
Yazar, kitabında şu notları da düştü: “Soykırımı yaşadık diyen Yahudilerin birçoğu yalan söylüyor! Sırf para sızdırmak için kendilerine
bir geçmiş icat ediyorlar. Amerikan bankalarının önüne gelip yatan Yahudi ihtiyar ve kadınlardan oluşan sürüler, tam bir sahtekârlar sürüsüdür.
 Medya bu korkunç sömürüye âlet olmaktadır. Medya ve Amerikan Kongresi’nin baskısıyla Alman firmalar dize getirilmekte, İsviçre bankaları teslim olmakta ve Yahudilere alenen haraç ödemektedirler.”
Yahudi tarih profesörü Norman G. Finkelstein, insanlık adına bu utancı korkmadan ifşa ederken, şu hakikatları bütün dünya kamuouyuna duyurdu:
“Holokost Endüstrisi, bir diğer deyişle Yahudi Soykırımı Sanayii, tarihi ters çevirme taktiği, tarihi çarpıtma taktiğidir. Bunların yaptığı mezar soygunculuğudur. Göz göre göre tarihî bir sahtekârlık işlenmektedir. Holokost Endüstrisi, insanlık tarihinin en büyük hırsızlık olayıdır!”
Eserin Avrupa dillerine tercümesine bir son söz yazan Rony Brauman da, “Yazarın bütün fikirlerine katılmamakla beraber, Ortadoğu’da yeniden alevlenen şiddet olaylarına bakarak yazara hak veriyorum. Dünün şiddet olaylarını (Nazilerin Yahudi soykırımını) hep tekrarlayarak bugünün şiddet olaylarını, yani İsrail’in Filistinlilere karşı yaptığı zulmü mazur göstermek mümkün değildir” dedi.
 Chicago Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Norman G. Finkelstein, “Holokost Endüstrisi” adlı kitabında Yahudileri ve onlara destek olanları yerden yere vuruyor. Yahudi Prof. “Katliam” olayının bir sömürü aracı haline getirildiğini ısrarla vurguluyor.
Basından
Bunu Paylaş

Comments are closed.