Yaşar SARIKAYA*
Medreselerle ilgili tartışmalar, bu kurumlar üzerine yapılan değerlendirme ve tenkitler içersinde en çok göze çarpan hususlardan birisi, aklı ilimler olarak tanımlanan derslerin bu okullarda özellikle 16. yüzyılın sonlarından itibaren ihmal edildikleri, hatta programdan çıkarıldıkları ve bu durumun, medreselerin inkırazına sebep olduğu şeklindeki görüşlerdir .Biz bu makalemizde medreseleri, işte bu açıdan, okutulan dersler bakımından ele alacak, özellikle de aklı ilimler olarak nitelendirilen derslerin klişeleşmiş ifadeyle medreselerde ihmali meselesini inceleyeceğiz. Hangi ilim dalları ulum-i akliye kategorisine girer? Bu ilimler , medreselerde okutulmuşlar mıdır? Yoksa ihmal mi edilmişlerdir? Medreselerin gerilemesiyle, aklı ilimlerin bir alakası var mıdır? Bu soruların cevaplarını bulmaya çalışacağız.
Ulum-i Akliye
Osmanlı medreselerinde okutulan dersler , ait oldukları ilmi disipline göre çeşitli isimler altında tasnif edilmişlerdir. İlimlerin tasnifinde en yaygın kullanılan tanımlama, ulum-i nakliye ve ulum-i akliye ifadeleridir. Ulum-i nakliye, ”.şeriatı vaz” edenden nakil ve rivayet edilen haberlere”” dayanan ilimler olarak tarif edilmektedir ki bunlar, Esas olarak Kur”an ve Hadis ilimleri dediğimiz, Tefsir, Kıraat, Hadis, Fıkıh ve Kelamdır. Nakli ilimler için ””ulum-i diniye”” veya, ””ulum-i şer ”iye”” tabirleri de sıklıkla kullanılagelmiştir.
İslam alimlerinin ilimlerin ta”rif ve tasnifinde kullandıkları ikinci terim ”” Ulum-i akliye”” dir ki bunlar , dini ilimlerin dışında kalan ve antik devire ait oldukları için ulum el-avail ve ulum el-kudama adıyla da anılan bilim dallarıdır. Daha ziyade insan aklına dayanan, akıl ve fikir yürütme yoluyla elde edilen ve öğrenilen aklı ilimler, felsefe”nin yanında riyazı ve tabii ilimleri de kapsar.
Gazali ve daha sonra İbn Haldun gibi İslam alimlerinin ilimler hakkında kullandıkları bu terminoloji, günümüz modern tarih, eğitim ve bilim tarihi araştırmacıları tarafından da genel kabul görmüştür. Nitekim, Emin Beğ ””Tarihçe-i Tarik-i Tedris”” adlı makalesinde, okutulan dersleri, ulum-i şer”iye ve ulum-i akliye olarak iki ana grupta incelemektedir, Emin Beğ”in ulum-i akliye kategorisine aldığı dersler tab”iyyat, riyaziyat ve tababettir.1 Emin Beğ”in aklı ilimler içinde gösterdiği dersler, Uzunçarşılı”nın tasnifinde ulum-i aliye kategorisinde inceleniyor. Uzunçarşılı, bu kategoriyi daha geniş tutuyor ve buna, Emin Beğ”den farklı olarak kelam, mantık, belagat gibi dersleri de ekliyor. Uzunçarşılı”nın kullandığı ulum-i aliye tabiri ve buna dahil ettiği dersler, aynen Ş.Tekindağ”da da karşımıza çıkıyor, Mustafa Bilge, ””İlk Osmanlı Medreseleri””nde okutulan dersler için ulum-i nakliye ve ulum-i akliye tasnifi yapıyor. M. Bilge”nin aklı ilimler sınıfına aldığı dersler kelam, mantık, belagat ve hey”ettir. Akyüz ise, felsefe, matematik ve hey”et derslerini ””ulum-i akliye”” olarak değerlendiriyor.
Şu halde, Osmanlı medreseleri ve ders programları hakkında makale veya kitap şeklinde çalışması olan yazar ve araştırmacılar, Hikmet, Mantık, Hey”et, Hesap ve Hendese gibi direkt nassa dayanmayan disiplinleri, akli ilimler olarak değerlendirmektedirler, Ulum-i akliyeden yukarda zikredilen ilim dalları anlaşıldığına göre şimdi şu soruları sorabiliriz, Bu derslerin, Osmanlı medrese sistemindeki yeri nedir”? Bunlar , medrese ders programlarında yer almışlar mıdır?
Akli İlimlerin İhmal Edilmeleri Meselesi
Bu soruların yanıtlarına geçmeden önce genel geçer hükmü burada hatırlatmakta yarar olduğu kanısındayım. -Bir kısmı yukarda zikredilen pek çok araştırmacıya göre akli ilimler kategorisinde gösterilen ilmi disiplinler, 16. y.yılın başlarına kadar nakli ilimlerle büyük bir ahenk içersinde okutulurken, nasıl olduysa daha sonra bu ahenk akli ilimler aleyhine bozulmuş ve bunlar , giderek tedrisat programından bile tamamen çıkarılmışlar ve nihayet bu durum, ilmi sahada büyük bir duraklama ve gerilemeye zemin hazırlamış ve hatta medreselerin bozulmasının başlıca nedeni olmuştur.
Nitekim Emin Beğ, Fatih”in kurduğu ve kendi ismiyle anılan medreselerde, Haşiye-i tecrid ve Şerh-i mevakıf” gibi aklı derslerin okutulmasının tensib edildiğini, ancak Kanuni”den sonra bu dersler ””bunlar felsefiyattır”” denerek kaldırılıp, yerlerine Hidaye ve Ekmel gibi dini-fıkhı derslerin konduğunu, bu durumun medrese tedrisatının inkırazına sebep olduğunu ifade etmektedir. Uzunçarşılı ise, İlmiye Teşkilatı”nda şunları yazmaktadır. ””Medreselerin bozulmasında tefekkürü faaliyete getirecek olan matematik, kelam ve felsefe (hikemiyat) gibi akli ilimlerin terk edilerek bunların yerine tamamen nakli İlimlerin kaim olması birinci derecede amil olmuştur””. Aynı görüşler Ş. Tekindağ tarafından da dile getirilmektedir ””. ..Medreselerin bozulmasında Matematik, Kelam ve Hikmet (felsefe) gibi aklı ilimlerin terk edilerek bunların yerlerine tamamen nakli ilimlerin konması birinci derecede rol oynadığı anlaşılmaktadır…””.
Aklı ilimler hakkında ileri sürülen bu tür ifadeler, H. Atay tarafından da dile getirilmektedir. Atay, medreselerin gerileyiş sebeplerini açıklarken ””Medreselerin gerilemesinde rol oynayan başlıca sebeplerden biri de tecrübi ve akli ilimlere karşı çıkılmasıdır”” görüşünü savunmuştur .Parmaksızoğlu da Matematik, Hendese, Astronomi ve Felsefe”nin 16. asrın sonlarına doğru kaldırıldığı görüşünü paylaşmaktadır .Konuyla ilgili benzer görüşler , Pakalın , Akyüz ve Akgündüz tarafından da tekrar edilmektedir.
Görüldüğü gibi, değerli araştırmacılarımız, birbirine benzer ifadelerle, medreselerde aklı ilimlerin l6. y.yıldan sonra yavaş yavaş terk edildikleri; bu durumun ilmin inkırazına ve medreselerin gerilemesine neden olduğu konusunda adeta hemfikirdirler. Peki neye dayanarak böylesine büyük iddialar ileri sürülmektedir?
Medreselerin gerilemesini akli ilimlerin terk edilmesine bağlayan görüşler , şüphesiz, Katip Çelebi (öl. 1656)”nin iki değişik eserinde yer verdiği eleştiri ve rivayetleri referans olarak almaktadırlar. K.Çelebi, Keşfü”z-zünan adlı eserinde şunları söyler:
””Derim ki, Felsefe ve Hikmet Rum”da (Anadolu) fetihten sonra, Osmanlı Devleti (tarihinin) ortalarına kadar revaç buldu. (Bu devirde) bir kimse, aklı ve nakli ilimleri tahsili ve ihatası ölçüsünde şeref ve i”tibara sahip olurdu. …Gerileme devri ile birlikte ilimler de duraklama devrine girdi. Bu sırada Şeyhü”l-İslamlardan biri hikmetin okutulmasını menetti… Pek azı dışında felsefi ilimler söndü.””
Katip Çelebi, benzer eleştirilerini Mizanü”l-fiak”da da dile getirmektedir. Burada, Kanuni devrine kadar hikmet ile şeriat ilimlerini uzlaştıran alimler vardı, der ve şöyle devam eder:
””… Ebu”l-Feth Sultan Muhammed Han, Medaris-i Semaniye”yi yaptırıp, kanuna göre iş görülüp okutulsun diye vakfiyesinde yazmış ve Haşiye-i tecrid ve Şerh-i mevakif derslerinin okutulmasını bildirmişti. Sonra gelenler, bu dersler felsefiyattır diye kaldırıp (bunların yerlerine) Hidaye ve Ekmel derslerini okutmayı akla uygun gördüler .
Yalnız bunlarla yetinmek akla uygun olmadığı için ne felsefiyat kaldı, ne Hidaye kaldı ne de Ekmel…””
K.Çelebi”nin bu rivayetlerinin çelişkilerle dolu olduğu ve elde ettiği bilgileri birbirine karıştırdığı, son yapılan çalışmalarda ortaya konmuştur. Pek çok araştırına ve çalışmaya kaynaklık teşkil ettiğinden ve büyük sonuçların çıkarılmasına neden olduğundan dolayı, bu çelişkiler ve yanlışlıkların özellikle konumuzu ilgilendiren tarafına kısaca değinilmesinde fayda vardır. Önce, ilk rivayette sözü edilen Felsefe ve Hikmetin fetihten Osmanlı”nın ortalarına kadar revaç bulması meselesine değinelim.
Eğer söz konusu olan antik yunan bilimleri ve felsefesi ise, bunun İslam dünyasında revaç bulmasının, IX.-X. asırlara tekabül ettiği, bilinen bir gerçektir. Özellikle XI. asırdan sonra sünni İslam anlayışının egemen olmasıyla birlikte ve sünni kelamcıların etkileriyle saf (antik /Yunan) felsefe öğretimi, İslam eğitim-öğretim kurumlarına giremediği gibi, bununla özel iştigal için bile, büyük cesaret gerekmekteydi. Mesela, Osmanlı medreselerine numune teşkil eden Selçuklu medreselerinde Felsefe öğretimine yer verilmedi.
Her ne kadar ilk dönem Osmanlı medreselerinin ders programlarıyla ilgili herhangi bir kaynak mevcut değilse de, buralarda, Uzunçarşılı”nın da ifade ettiği gibi, daha önceki devirlerdeki medrese programlarının uygulandığı muhakkaktır. Öyleyse Katip Çelebi”nin yukarıdaki ifadelerinin, Felsefe dersinin herhangi bir dönem medreselerde okutulup daha sonra kaldırıldığı anlamına gelmesi mümkün değildir Bu rivayet, -dikkatlice okunduğunda görüleceği gibi esasında medreselerle de ilgili değildir .Zaten 0, yukarıdaki ifadelerinde, Felsefenin medresede okutulduğunu iddia etmiyor; buna mukabil, hem akli hem de nakli bilimleri tahsil eden ve bu ikisini kendinde meczeden bazı alimlerden söz ediyor. İsmini verdiği alimler, felsefe sahasında değil, akli ilimlerin diğer kollarını teşkil eden Matematik ve Astronomi sahasında isim yapmışlardır. Dolayısıyla Keşf”z-zünan”daki ifadelerden, Çelebi”nin bugün bizim anladığımız manada Felsefe”yi kastettiği de şüphelidir. Eğer burada söz konusu olan Felsefe dışındaki Matematik ve Astronomi gibi diğer akli ilimler ise, -ki isimlerini zikrettiği Osmanlı alimleri bu sahalardaki çalışmalarıyla meşhur olmuşlardır bu durumda, 14. asırdan itibaren hakikaten bir revaç bulmadan sözedilebilir.
Fakat, bu sahalarla ilgili çalışmaların 16. asırdan sonra İnkıta”a uğradığını ve akli ilimleri bilen alimlerin artık yetişmediğini söylemek de kolay değildir. Zira, sonraki devirlerde akli ilimlerdeki çalışmalarla isim yapmış Davud el-Antaki (öl. l008/1599), Recep b. Hüseyin elfeleki (öl. 1087/1614), Ebubekir b. Behram ed-Dimeşki (öl. 1102/1692), Yanyah Es”ad Efendi (öl. 1143/1730), Hasan el-Ceberti (öl. 1188/1774) ve Gelenbevi ismail Efendi (öl. 1205/1791) gibi pek çok Osmanlı alimi vardır. Dolayısıyla bu tür rivayetleri, bir aydının, bilime verilen ehemmiyetle ilgili genel değerlendirmeleri olarak görmek gerekmektedir .Kaldı ki bu tür ifadeler , her çağda, o çağın entellektüellerince ileri sürülmesi doğal olan ve hatta beklenen birer yakınmadır.
Eğer söz konusu olan antik yunan bilimleri ve felsefesi ise, bunun İslam dünyasında revaç bulmasının, IX.-X. asırlara tekabül ettiği, bilinen bir gerçektir. Özellikle XI. asırdan sonra sünni İslam anlayışının egemen olmasıyla birlikte ve sünni kelamcıların etkileriyle saf (antik /Yunan) felsefe öğretimi, İslam eğitim-öğretim kurumlarına giremediği gibi, bununla özel iştigal için bile, büyük cesaret gerekmekteydi. Mesela, Osmanlı medreselerine numune teşkil eden Selçuklu medreselerinde Felsefe öğretimine yer verilmedi.
Her ne kadar ilk dönem Osmanlı medreselerinin ders programlarıyla ilgili herhangi bir kaynak mevcut değilse de, buralarda, Uzunçarşılı”nın da ifade ettiği gibi, daha önceki devirlerdeki medrese programlarının uygulandığı muhakkaktır. Öyleyse Katip Çelebi”nin yukarıdaki ifadelerinin, Felsefe dersinin herhangi bir dönem medreselerde okutulup daha sonra kaldırıldığı anlamına gelmesi mümkün değildir Bu rivayet, -dikkatlice okunduğunda görüleceği gibi esasında medreselerle de ilgili değildir .Zaten 0, yukarıdaki ifadelerinde, Felsefenin medresede okutulduğunu iddia etmiyor; buna mukabil, hem akli hem de nakli bilimleri tahsil eden ve bu ikisini kendinde meczeden bazı alimlerden söz ediyor. İsmini verdiği alimler, felsefe sahasında değil, akli ilimlerin diğer kollarını teşkil eden Matematik ve Astronomi sahasında isim yapmışlardır. Dolayısıyla Keşf”z-zünan”daki ifadelerden, Çelebi”nin bugün bizim anladığımız manada Felsefe”yi kastettiği de şüphelidir. Eğer burada söz konusu olan Felsefe dışındaki Matematik ve Astronomi gibi diğer akli ilimler ise, -ki isimlerini zikrettiği Osmanlı alimleri bu sahalardaki çalışmalarıyla meşhur olmuşlardır bu durumda, 14. asırdan itibaren hakikaten bir revaç bulmadan sözedilebilir.
Fakat, bu sahalarla ilgili çalışmaların 16. asırdan sonra İnkıta”a uğradığını ve akli ilimleri bilen alimlerin artık yetişmediğini söylemek de kolay değildir. Zira, sonraki devirlerde akli ilimlerdeki çalışmalarla isim yapmış Davud el-Antaki (öl. l008/1599), Recep b. Hüseyin elfeleki (öl. 1087/1614), Ebubekir b. Behram ed-Dimeşki (öl. 1102/1692), Yanyah Es”ad Efendi (öl. 1143/1730), Hasan el-Ceberti (öl. 1188/1774) ve Gelenbevi ismail Efendi (öl. 1205/1791) gibi pek çok Osmanlı alimi vardır. Dolayısıyla bu tür rivayetleri, bir aydının, bilime verilen ehemmiyetle ilgili genel değerlendirmeleri olarak görmek gerekmektedir .Kaldı ki bu tür ifadeler , her çağda, o çağın entellektüellerince ileri sürülmesi doğal olan ve hatta beklenen birer yakınmadır.
K.Çelebi, ””bu sırada şeyhü”l-İslamlar”dan biri hikmetin okutulmasını menetti”” diyor ama bu kişinin kim olduğunu belirtmiyor. Atay”ın da işaret ettiği gibi, Osmanlı medreselerinde hikmet veya aklı ilimlerin tahsilini ve tedrisini men eden bir şeyhü”l-İslam fetvası veya bir ferman henüz bulunabilmiş değildir. Dolayısıyla bu rivayeti de ihtiyatla ele almak gerekmektedir.
Mizanü”l-hak”taki rivayete gelince: K.Çelebi, burada ””Ebu”l-Feth Sultan Muhammed Han, medaris-i semaniyeyi yaptırıp, kanuna göre iş görülüp okutulsun diye vakfiyesinde yazmış ve Haş”iye-i tecrid ve Şerh-i mevakii derslerinin okutulmasını bildirmişti”” der. Oysa bugün elimizde mevcut Fatih külliyesine ait on vakfiye içersinde -ki bunlardan en meşhuru III. Murad döneminde kaleme alman ve 1938”de ””Fatih Mehmet II Vakfiyeleri”” adıyla K. Edip Kürkçüoğlu tarafından incelenip Vakıflar Umum Müdürlüğü”nce basılan Türkçe vakfiyedir hiç birisinde Çelebi”nin ifadelerini doğrulayacak bilgiler bulunmamaktadır. Bu vakfiyelerde külliye ile ilgili genel hususlardan bahsedilmekte; ders türleri ve kitap isimleri zikredilmemektedir .Yalnız,müderrisler için, akli ve nakli ilimlerde şöhret bulmuş ehliyetli kişiler olmaları istenmektedir.
O halde K. Çelebi”nin ifade ettiği bilgiler, en azından şu an elde bulunan kaynaklara göre doğru değildir ve çelişkilerle doludur. Çelişkilerle doludur; zira, Fatih”in vakfiyesinde okunmasını istediği ifade edilen eserlerden ilki olan Haşiye-i tecrid”in, aynı isimle anılan en alt düzeyli medreselerde (yirmili veya yirmibeşli) okutulduğu, şerh-i mevakıfın da bizzat kendisinin Cihannüma”sında belirttiği gibi Kırklı medreselere ait bir kitap olduğu bilinen bir husustur. Buna göre her iki eserin de en yüksek medrese kabul edilen Medaris-i Semaniye”de okutulması, ihtimal dahilinde gözükmemektedir.
Yukarda kısaca ele alman rivayetler, aklı ilimlerin medreselerde ihmal ve terk edildiklerini göstermekten çok uzaktır. Kaldı ki, Çelebi”nin kaldırıldığını iddia ettiği kitaplar, kelam ilmine aittir. Pek çok yazarın dini ilimler kategorisinde gösterdiği Kelam”ın ve buna ait kitapların program dışı kalması -ki bu medrese tarihinde hiç vaki olmamıştır nasıl oluyor da aklı ve felsefi ilimlerin ihmali anlamına geliyor? Bu ifadeleri birer tarihi gerçekmiş gibi kabullenip, bunlardan büyük sonuçlar çıkaran ve bir kısmı yukarda ismen zikredilen araştırmacıların görüşleri, böylece sağlam dayanaktan yoksun bulunmaktadır. Zira biraz sonra etraflıca ele alacağımız çok sayıda belge ve kaynak, program dışı bırakıldığı iddia edilen derslerin, sonraki yüzyıllarda medreselerde hala okutulduklarını açık bir şekilde göstermektedir. Kanaatimce yapılan yanlış değerlendirmelerin temelinde medrese kurumunun ne olduğuyla ilgili soru yatmaktadır. Medrese değimiz kurum nedir? Ne için kurulmuştur? Bu kurumda verilen eğitim ve öğretimin maksadı nedir? Bu sorulara verilecek doğru cevaplar , mezkur kurumlar hakkında daha sağlam konuşmaya imkan sağlayacaktır.
Her şeyden önce medreseler, esas itibariyle fıkıh başta olmak üzere İslam ilimlerinin tedris ve tahsil edildikleri müesseselerdir .Başka bir ifadeyle medreseler , Nizamü”l-mülk”le beraber kurumlaşmasından itibaren, gerek Selçuklular devrinde ve gerekse Osmanlı”larda, ilk planda devletin müderris, kadı ve müftü ihtiyacını karşılamaya matuf faaliyet gösteren kurumlar olarak dikkat çekmektedirler. Bu bakımdan medreseleri, G .Makdisi”nin de ifade ettiği gibi esas itibariyle, kurucunun mensup olduğu mezhebe göre fikıh öğretimi yapılan bir eğitim-öğretim kurumu, bir okul (College of law) olarak tarif etmek abartılı olmayacaktır. Bu özellik Osmanlı medreseleri için de geçerlidir.
Bazı yerlerde hadis, kıraat ve tıp gibi ilimlerin öğretimi için kurulan özel medreseleri bir tarafa bırakırsak, medreseler genellikle, devletin ihtiyaç duyduğu müderris, müftü ve kadıların yetiştirilmesine hizmet etmişlerdir. Hem müftülerin hem de kadıların vazifeleri icabı İslam hukukunu iyi bilmeleri gerekmekteydi .Bunun için medreseler , başta fıkıh olmak üzere hadis, tefsir, akaid ve ahlak gibi ulum-i nakliye olarak nitelendirilen dini-hukuki derslerin tedris ve ta”lim edildikleri kurumlar olarak faaliyet göstermişlerdir. Bir araştırma enstitüsü ya da bir akademi olmaktan çok, devlet kurumlarına eleman yetiştiren birer eğitim kurumu olarak çalışmışlardır. Bundan dolayı, medreselerde bilimsel çalışmalar , ilmi etüdler ve araştırmalar istisnaidir. Esas olan, var olan bilgileri muhafaza etmek ve bunu yeni nesillere gerekirse küçük ilavelerle (şerh ve haşiye şeklinde) aktarmaktır.
Peki, akli ilimlere, medrese ders programları arasında hiç yer verilmedi mi?
Ulum-i akliye kategorisinde yer alan derslerin 16 .yüzyıla kadar okutulduğunda bir şüphe olmadığına göre ve sorun bu derslerin mezkur asırdan sonra ihmal edildiği iddiası olduğuna göre biz, söz konusu derslerin sonraki asırlardaki durumunu inceleyeceğiz. Hemen belirtelim: Akli ilimler olarak bilinen dersler , medrese tedrisatının esasını teşkil etmezler, ancak bu, mezkur derslerin hiç okutulmadığı anlamına da gelmez. Akli ilimler , medreselerde, asıl ilimlere hazırlayıcı veya yardımcı ilimler olarak tahsil ve tedris edilmişlerdir. Bu durum, medresenin kurumsallaşmasından beri hem Selçuklularda, hem de Osmanlı döneminde geçerli olmuştur. Bu görüşümüzü destekleyen pek çok malzeme bulunmaktadır. Bu belgelerden biri medrese mezunlarına ait otobiyografilerdir.
Nitekim Taşköprülü-zade (öl, 968/1561), eş-Şaka”ik en-nu”maniye”de, Şeyhü”lislam Feyzullah Efendi (öl. 1115703) kendi hal tercümesinde, Abdullah b. Muhammed el-Ahıskavi (öl. 1218/1803) Revamizu”z-a”yan adlı eserinde okudukları ve okuttukları dersler hakkında bilgiler vermişlerdir.
Taşköprülüzade, eş”-Şaka”ik en-Nu”maniye fi Ulemai”d-Devleti”l Osmaniye adlı eserinin sonunda, kendi haltercümesini verir. Burada tahsil ve müderrislik hayatı boyunca okuduğu ve okuttuğu derslerden bahseder. Buna göre O, nakli ilimlerin yanında akli ilimlere ait Mantık”tan İs”agoci”yi Hüsameddin el-Kati”nin şerhiyle birlikte, Şerhu”s-şemşiye”yi Şerif el-Cürcani”nin buna yazdığı haşiyesiyle birlikte okumuş ve Şerif el-Cürcani”nin Şerhu”l-matali” inin bazı bölümlerini de tahkik ve itkan etmiştir .
Taşköprülüzade, Hikmet”ten Şerh-i Hidayeti”l-hikme”yi Hocazade”nin buna yazdığı haşiyeleriyle birlikte okumuştur. Hey”et”le ilgili olarak Kadızade-i Rumi”nin Şerh-i muzahhas fi”l-hey”e”sini , Mirim Çelebi”nin Risale fi semti”l-kıble”sini ve Ali Kuşçi”nin el-Fethiyye fi”l-hey”e”sini okumuştur.
Hendese”den, Kadızade-i Rumi”nin Şerh-i eş”kali”t-te”sis”ini ve hisab”tan Şerhi”t-tecnis fi’l-hisab”ı okumuştur. Bu durum bize, sözü edilen derslerin, Semaniye Medreseleri”nin kuruluşundan bir asır sonra, XVI. yüzyılın ortalarında hala medreselerde okutulmaya devam edildiklerini gösterir.
XVII. yüzyılın ikinci döneminde okuduğu anlaşılan Şeyhü”lislam Feyzullah Efendi kendi haltercümesi”nde akli ilimlerden şu kitapları okuduğunu zikretmektedir, Mantık dersinde, Şerh-i tehilbu”l-mantık ve haşiyesini; Hikmet”ten Şerh-i hidayeti”l-hikme ve Şerh-i hikmeti”l ”ayn ; Hey”et”ten Şerh-i muzahhas fi”l hey”e ve haşiyesi; Hisab”tan Hulasatu”l-hisab ; Hendese”den Eşkali”t-te”sis”i okumuştur ki bu, şikayet konusu olan derslerin XVII. yüzyılın ikinci yarısında da medrese okutulmaya devam edildiklerini gösterir, Daha da ilginci, Feyzullah Efendinin, Çelebi”nin kaldırıldığını iddia ettiği Kelam”a ait Şerh-i tecrid ve Haşiye-i tecrid”i de okuduğu dersler arasında zikretmesidir.
Akli ilimlerin 18. asırda da okutulmaya devam edildiklerini, Abdullah b, Muhammed el-Ahıskavi (öl. 1218/1803)”nin ””Revamizu”l-ayan”” adlı eserde verdiği bilgilerden de anlıyoruz. Kur”an”ı babasından öğrenen el-Ahıskavi, daha sonra Kars”a gelerek burada Arap dili ve edebiyatıyla diğer klasik dini-nakli ilimleri tahsile başlamış, bu esnada akli ilimlerden şerh-i isagoci”yi; el-Fenari fi”l mantık”ı tanınmış şerhleriyle; Kadımir”in haşiyesi Lari”yle birlikte; Şerh-i hikmeti”l”ayn”ı diğer şerhlerle birlikte okumuştur, Daha sonra Amid”e gelen Ahıskavi, burada Hulasatü”l-hisab”ı okumuş ve riyaziye, hendese, ilm-i mikat, usturlab”la ilgili bilgileri öğrenmiştir, Kendisi, Şerh-i şemşiyye ve Eş”kalü”t-te”sis ile şerh-i çağmini fi”l-hey”e”yi de okuduğu dersler arasında zikretmektedir.
Medrese mensuplarına ait hal tercümelerinden başka bir takım eserler daha vardır ki, bunlar bize bir taraftan dönemin genel geçer ilim anlayışını yansıttıkları gibi, diğer taraftan tedavülde bulunan dersler hakkında da ışık tutmaktadırlar.
Bunlar arasında İshak b. Hasan et Tokadi (öl 1689)”nin Nazmu”l-ulum”u , Saçaklızade (öl. 1732)”nin Tertibu”l-ulum”u ve Erzurumlu İbrahim Hakkı (öl, 1780)”nın Tertibu”l-ulum”u oldukça dikkat çekicidir. 17. asır sonları ile 18. asra ait bu eserlerin ortak yönü, bir talebenin kemal sahibi olabilmesi için tahsil etmesi önerilen ilim dalları arasında ulum-i akliye kategorisinde yer alan derslere de yer vermeleridir. Bu eserlere bakıldığında, akli ilimlerin mezkur asırlarda tedavülde oldukları ve ulema ve medreseliler tarafından okunup işlendikleri anlaşılmaktadır.
Medreselerde okutulan dersler ve kitaplarla ilgili bilgilerimize ışık tutacak kaynaklar arasında batılı yazarların, araştırma ve gözlemlerine dayanan eserler de vardır. Bunlardan birisi, 1679/80”de İstanbul”da bulunan İtalyan Comte de Marsigli”nin gözlemlerine yer verdiği eserdir, Osmanlıların en önemli meşguliyetlerinden birisinin ilim tahsili olduğuna dikkat çeken yazar, okullarda dini ilimleri öğrenenlerden ilerlemek ve yükselmek isteyenlerin mantık, antik çağ bilimleri ve bilhassa tıp sahalarına büyük ilgi gösterdiklerini, geometri, astronomi, coğrafya ve ahlak dersleri üzerinde İlgiyle durduklarını belirtiyor, Yine, 17 y. yılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti”ne gelen İngiliz seyyah Wheler, İmparatorluğun bütün büyük şehirlerinde geometri ve diğer ilimlerde ders veren müderrisler”in varlığından söz etmektedir. 1741 yılında Fransa”nın İstanbul elçiliğince hazırlattırılan Kevakib-i Seb”a (Yedi Yıldız) adlı eser de bize, konumuz açısından çok çarpıcı bilgiler sunmaktadır. Bir medrese öğrencisinin, sırasıyla aldığı dersleri ayrıntılarıyla veren eser, talebenin nahivden sonra Mantık ilmine başladığını, bu dersle ilgili olarak sırasıyla önce İs”agoci risalesini, daha sonra bunun şerhi Hüsam-ı Kati ve haşiyesi Muhyiddin risalesi”ni, sonra Fenari ve haşiyesini, sonra Şemsiyye kitabını, sonra Tehzib”i ta”lik ve şerhleriyle, sonra Şemsiyye”nin şerhi Kutbuddin-i Şirazi, haşiyesi Seyyid ve Kara Davud ile okuduğunu ve Mantık tahsilini, Şerh-i matali” ile tamamladığını belirtir.
Esere göre, daha sonra, Nazari Hikmet ilmine başlanır. Bu derse Hidayetü”l-hikme”yi okuyarak başlayan talebe, daha sonra bunun şerhi Kadımir ve haşiyesi Lari”yi de geçerek, bu ilmi Hikmetül ”ayn kitabıyla tamamlar .
Bundan sonra Kelam ilmine geçilir. Esere göre bu derste, Ömer Nesefi risalesi, Şerh-i aka”id ve haşiyesi Hayali, İsbat-ı Vacip, Aka”id-i celal gibi kelam kitaplarıyla temel bilgileri elde edenler, daha sonra Mevakif veya Şerh-i mevakıf”a geçerler ve bu ilmin tahsilini Şerh-i makasıd ile tamamlarlar.
Eserde, Hikmet, Hey”et, Hendese ve Hisabla ilgili olarak da şunlar belirtilmektedir :
””Şerh-i Mevakıf ve Makasıd her ne kadar kelam ilmiyse de alet ilimlerinin cümlesini, hikmet, hey”et, hendese ve hisabı zikreder. Hendese ve hisab ””mahsusat”” kabilinden olup çok fikre muhtaç olmadığından onu müstakilen ders edip okumazlar. Hemen zikrolunan ilimler arasında müzakere ederler. İktisar rütbesinde hendese ilminde Eşkal-i te”sis adlı bir kitap vardır; onu okurlar. Ondan sonra istiksa rütbesinde delilleriyle Öklidis kitabını okurlar. Hisabda dahi iktisar rütbesinde Bahaiyye vardır; onu okurlar. Üzerine Ramazan Efendi2 ve Çulli”si dahi takrir olunup iktisadın yukarı rütbesine yakın olur…””
Eser talebelerin tatil günleri ve bu günlerdeki meşguliyetleriyle ilgili aktardığı bilgiler arasındaki şu ifadeler konumuz açısından oldukça önemlidir.
“…Malum ola ki alimler, öğrencilerin tabiatlarına melal gelmeyip daima ilme teşvik etmek için Salı ve Cuma günlerini tatil etmişlerdir. Bu iki günde öğrenciler bazı malzemelerini hazırlar , yaz günü ise mesire yerlerine gezmeğe giderler. Orada da yine pek boş durmayıp hisab, hendese ilmi, usturlab, rub”, misaha, Hind, Kıbt ve Zenc hisabı, parmak hisabı, ağırlıkları kaldırma ilmi (=mekanik) ve bunlar gibi müstakilen derse ihtiyaç duyulmayan ilimleri müzakere ederler. Kış günü ise, geceleri sohbet edip, muamma, bilmece, muhadarat, tarih, şiir , aruz ve divan müzakere ederler …”
Bu ifadeler , aklı ilimlerin 18. yüzyılın ilk yarısında da okutulmakta olduklarını hatta tatil günlerinde bile öğrencilerin, Matematik, Geometri, Astronomi ile ilgili bilgilerini geliştirmek ve uygulamakla meşgul olduklarını, açık bir şekilde göstermektedir.
Ders programlarını tesbit etmemize ışık tutacak bir diğer mühim kaynak, medrese tahsilini bitiren talebelere hocaları tarafından verilen İcazetname”lerdir. Hem okunan İlim dallarını, hem kullanılan ders kitaplarını tesbit etmede son derece sağlam bilgiler sunan bu belgelerden bir kısmı genel (İcazet-i amme) ve uzun olup, icazeti veren hoca ve alan talebenin akli ve nakli ilimleri başarıyla tahsil ettiklerini İfade eder .Bazı İcazetnamelerde ise İlimler ve dersler hakkında tafsilatlı bilgiler verilmemekte; sadece İcazeti alanın akli ve nakli ilimleri başarıyla tamamladığı zikredilmektedir. Bir de belli br ilim dalıyla ilgili olarak verilen hususi icazetnameler (İcazet-i hassa) vardır. Bunlar talebenin akli veya nakli ilimlerden birinden (mesela Feraiz, Hadis, Kıraat v.s.) aldığı icazetlerdir. Aklı ilimlere ait verilen veya alınan İcazetlere örnek olarak şunları vermek mümkündür. Ahmed ibn İsa eş-şafi”i, hocası Kemaluddin b. Takiyyüddin eş-şafi”i el-Halebi”nin aritmetik ile ilgili eserini okumuş ve 17 Recep 1054 yılında bu dersten icazet almıştır. Yine Muhammed Hasib b. Ahmed el-Kıbrısi, Muhammed b. Ali el-Bozkırı el Mağnisavi”den hisab ve feraiz okutma icazeti almıştır. Osman b. Salim el Vardani el-Hayyat diye tanınan hocası Ebu”l-İtkan Mustafa el Vefa”i (öl. 1203/1789)”den astronomi ve matematik ilimleri için bir icazetname almıştır.
Genel İcazetnamelerde konumuz açısından dikkat çekici olan, icazeti alan ve verenin hususiyetlerinden bahsedilirken genellikle onların, hem ulum-i nakliye”yi hem de ulum-i akliyeyi okumuş kimseler oldukları belirtilmektedir. Nitekim Mustafa Da”fi b. İbrahim el Giridi adlı bir şahsa verilen İcazette bu kimsenin ilimlerin cüz”iyyatını ve külliyatını; fenlerin aklı ve naklisini tahsil ettiği belirtilmektedir. Aynı İcazetnamede sözü edilen şahsın müderrisler zincirinde yer alan katip, şair ve hatip olan Mevlana Haki Abdurrahman Efendi’den fünün-i hikem ve tabi”iyat, ilahiyat ve riyaziyat okuduğu zikredilmektedir. H. 1260 yılında ibrahim Edhem b. İsmail el-Balıkesri”ye verilen bir İcazetnamede bu şahsın, akli ve nakli ilimleri başarıyla okuduğu belirtilmektedir. Erginli Muhammed Hulusi Efendi”ye verilen 1298/1881 tarihli icazetnamede, mezkur şahsın dini ilimler yanında Kelam, Belagat, Mantık, Hikmet, Edebiyat vesaire okuduğu belirtilmektedir.Tarihi okunamayan bir icazetnamede Kastamonulu Muhammed Vasfı Efendi”nin nakli ilimler yanında Mantıktan İs’agoci, Tasavvurat ve Tasdikat; Kelam”dan Tehzib okuduğu görülmektedir. Bir başka İcazetnamede Hasan Tahsin el-Rizevi adlı şahsın nakli ilimler yanında akli ilimlerden İsagoci şerhini, el-Fenari”yi, el-Hayali ve Kadımir”i; Şerhu”l-metali”; Şerh-i mevakıf ve Şerh-i çağmini”yi tahsil ettiği yazılmaktadır.
Bu örneklerden bize, aklı ilimler olarak nitelendirilen derslerin bazılarının veya tamamının, 19. yüzyılda da medreselerde okunmuş veya okutulmuş olduklarını göstermektedir. Mezkur asrın ikinci yarısına ait ve Mübahat Kütükoğlu tarafından yayınlanan ””1869”da Faal İstanbul Medreseleri”” listesinde mevcut 5369 talebeden 1101”nin mantık (374 Fenari, 610 Tasavvurat, 117 Tasdıkat); 287”sinin Aka”id şerhi; 108”inin hikmetten Kadımir 3, 182”si ise kelam”dan Celal 4 okumakta olduğu görülmektedir. Bu, aklı ilimlerden Mantık, Kelam ve Hikmet”in, İstanbul medreselerinde, 19 y.yılın ikinci yarısında da tahsil edilmeye devam edildiğini göstermektedir .Ancak bu listede, Hendese ve Hey”etin yer almadığı dikkat çekmektedir. Bundan, söz konusu dersleri, mezkur öğretim döneminde okuyan bir talebenin bulunmadığı anlaşılabilir. Fakat, listenin bütün öğretim dönemini kapsamadığı ve İstanbul”daki medreselerle sınırlı olduğu da unutulmamalıdır. Bir başka husus, mezkur derslerin, 18. asrın sonlarına doğru kurulmaya başlayan ve 19. asrın ortalarından itibaren hızla yayılan Medrese dışı eğitim-öğretim kurumlarına kaydırılmış olabileceğidir.
Aklı ilimlerin terk veya ihmalinin doğru olmadığının bir başka delili, bu derslere ait kitapların medreselerde, değişik zamanlarda, defalarca istinsah edilmeleridir. Örneğin Hisab ilmine ait Hulasatü”l-hisab adlı eser, ilki 1064”te olmak üzere, çeşitli bölgelerde bulunan 14”den fazla medresede istinsah edilmiştir Yine Kadızade-i Rumi”nin Hendeseye ait Tuhfetü”r-re”is adlı eseri de, aralarında İstanbul Semaniye ve Şehzade medreseleriyle Bursa Sultaniye medresesinin de bulunduğu 30”dan fazla yüksek dereceli medresede istinsah edilmiş ve üzerine çok sayıda şerh ve haşiye yazılmıştır. Kadızade-i Rumi”nin, Astronomiyle ilgili Şerhü”l-mulahhas fi”l-hey”e”si de 20”den fazla medresede istinsah edilmiştir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür .İstinsahların en yoğun olduğu dönem 18 yüzyıldır. Bu kitapları istinsah edenler, müderrisler veya kısmen de talebelerdir. Bir Müderris veya talebe, kullanmayacaksa bir kitabı neden yazmak veya kopyalamak ihtiyacı duysun. O halde, bu kitaplar kullanılıyordu, işleniyordu, isteniyordu ki, istinsah edildiler.
Görüldüğü gibi, pek çok kaynak, aklı ilimlerin -hiç değilse bazılarının medreselerde sürekli bir şekilde tedris ve tahsil edildiklerini gösteriyor. Sözkonusu derslerin ihmal edilmelerine dair K.Çelebi”ye ait rivayetler okutulduklarına dair pek çok rivayet, delil ve belge bulunmaktadır.
Medreselerin Gerilemesinde Akli İlimlerin Rolü Meselesi
Akli İlimlerin İhmal edildiğinden hareket eden yazarlar , İfadelerinin devamında, bu durumun, İlmin İnkırazına yol açtığını ve medreselerin gerilemesine birinci derecede sebep olduğunu ileri sürmektedirler. Yukarıda ayrıntılı olarak verdiğimiz bilgi, belge ve kaynaklar bize, aklı ilimlerin program dışı bırakılmalarının söz konusu olmadığını, tersine medrese tedrisatında bir sürekliliğin, büyük bir geleneğin mevcut olduğunu gösteriyor. Kaldı ki, medreselerin gerilemesi ile akli ilimler arasında bir bağ kurma, bu kurumların kuruluş, amaç ve işleyişleri dikkate alındığında anlamsız -hatta imkansız kalmaktadır. Medreselerin gerilemesinden söz edildiğine göre, bu kurumlar için bir gelişme, bİr yükselme dönemi kabul ediliyor demektir. Öyleyse şu soruyu sormak gerekir. Medreselerin yükselmesi, akli ilimlerin buralarda okutulması neticesinde mi olmuştur? Osmanlı medreselerinin, 15. asırda yükseldiği ve 16. asırda en parlak dönemine ulaştığı genel olarak kabul edilirse, o durumda, bu yükselmeyi sağlayan temel dinamiklerin akli ilimler olduğu söylenebilir mi? Bu sorulara doğru cevaplar verebilmek, Medrese sistemini, amaç, içerik ve işleyiş açısından iyi anlamak ve doğru değerlendirmekle mümkündür. Yukarda kısaca değinildiği gibi, medrese tedris sisteminde, esas olan dini/nakli ilimlerdir. Akli ilimler ise araçtır , asli ilimlere hazırlayıcı ve yardımcı derslerdir. Bu itibarla, medreselerin gerileyişi, hangi devirlerde ne kadar akli ilimlerin okutulup okutulmaması ile ilgili bir durum değildir. Böyle bir kriter, asıl gayesi, dini kaynaklardan yararlanarak görev yapacak yargıç, müftü ve müderris yetiştirmek olan bir eğitim kurumu için geçerli olamaz. Medrese kendisinin asli görevi olan İslam ilimlerinin eğitim ve öğretimi görevini, pek çok dış etkenler tarafından etkilenmiş olmasına rağmen, tarih boyunca kesintisiz bir şekilde sürdürmüştür. Dolayısıyla medresenin gerileyişi ve çöküşü, iddia edildiği ve sanıldığı gibi kendi bünyesi içine giren, yavaş yavaş bütün organları kemiren ve nihayet ölüme götüren hastalık gibi bir İflas süreci değildir. Medresenin İ”tibarının kaybının sebebİ daha çok, bu kurumun devlet için arzettiği fonksiyonda aranmalıdır. İslami bir eğitim kurumu olarak medrese başlangıçta devlet elitinin, memurların, müderrislerin, müftü, hakim ve yargıçların ve diğer önemli devlet görevlilerinin eğitiminde ve yetiştirilmesinde çok önemli bir rol oynuyordu. Osmanlı yönetimi, meşruiyetini, şer”i esaslarda arıyordu. Eğitimle beraber yönetim, hukuk, adalet ve yargı sistemleri de, şer-i şerif esaslarına göre biçimlendirilmişti. Bu esasların tesbiti, yorumu ve uygulaması, medreselerden yetişen ulemanın yetkisi altındaydı. Ulema ve medrese, sistemin ortasında, tam merkezinde yer alıyordu. Ulemanın başı Şeyhü”I-islam, protokolde Vezir-i A”zam”ın arkasında kalmasına rağmen hem Sultan hem de vezirleri, önemli kararlarlarını ve icraatlarını, onun onayına sunmak zorundaydı. Medresenin ürettiği zihniyet ve kültür , sistemin arzu ve hedefleriyle çelişmiyordu. Sistem için medrese, medrese için de sistem gerekliydi. Bu durum, Tanzimata kadar -daha doğru bir İfade ile modernleşme sürecinin başlamasına kadar- devam etti.
Tanzimattan sonra devlet, kendini yeniden tanımladı; klasik Osmanlı sisteminde gedikler açılmaya ve buralara, Avrupa uygarlığının ürünü kurum ve kuruluşlar yerleştirilmeye başlandı. Batı”ya yöneliş, Avrupa”nın sadece tekniğini değil, aynı zamanda zihniyetini, İdeolojisini, felsefesini, bilimini, kültürünü… de beraberinde getirdi. Bu yeni değişim ve dönüşümle medrese, kendini bir anda sistemin merkezinden uzaklaştırıldığını gördü. Yerine batı modeline göre kurulan eğitim kurumları geçti. Medreseliler de, hem kıyafetleriyle, hem zihniyet ve ideolojileriyle gücü ve İktidarı elinde bulunduranların yanında ve yeni sistem içersinde ahengi bozan bir görüntüye sahipti. Medreselerin işlevsizliği, İflası,itibar kaybı v.s. İşte burada, bu değişim ve dönüşümde aranmalıdır. Evet, İlim zihniyeti, program, disiplin, devamlılık v.s. gibi hususlar bir sistemin sağlıklı işlemesi açısından önemli faktörlerdir. Ancak, Medreselerin gerilemesi çerçevesinde öne sürülen nedenler, 16. asırdan sonra birdenbire ortaya çıkmış değildir.
Sonuç
Bütün bu bilgi ve belgelerin ışığında konumuzu şu şekilde sonuçlandırabiliriz:
-Akli ilimlerin ihmal ve terkiyle ilgili K.Çelebi”nin tenkitleri doğruyu yansıtmamaktadır. Konuyla ilgili yeni çalışmalar ve bilhassa Prof. Dr. İhsanoğlu, K.Çelebi”nin rivayetlerindeki çelişkileri detaylarıyla incelemiştir.
-K. Çelebi”nin ””sonradan gelenler, bunlar felsefiyattır”” diyerek programdan çıkardıklarını iddia ettiği Haşiye-i tecrid ve Şerh-i mevakıf, Kelam ilmine ait olup, sonraki devirlerde de elden düşmediği anlaşılmaktadır. Medrese eğitim sisteminin doğal bir parçası olan Kelam ilmi, ya yukarda zikredilen eserler veya bu ilme ait diğer standart ders kitapları vasıtasıyla kesintisiz tedris ve tahsil edilmiştir .
-Akli ilimlerin diğer kollarım teşkil eden derslerin ve bu derslere ait klasik eserlerin, 16. yüzyıldan sonra da okutuldukları görülmektedir. Ancak bu derslerin, medrese eğitim sisteminin temelini teşkil etmedikleri, dini-nakli ilimlere ”yardımcı ders ”” olarak değerlendirildikleri açıktır.
-Medrese sistemi (program, amaç, işleyiş, içerik v.s.) içersinde bir bütünlük, bir süreklilik, değişmeyen uzun bir gelenek mevcuttur. Dolayısıyla 15., 16. asırlarda tahsil ve tedris edilen ilimler, bu süreklilik ve gelenek gereği, 17 ., 18., 19. asırda da vardır, okunmuştur ve okutulmuştur. Medrese sistemi içinde ilk esaslı değişmeler, ancak II. Meşrutiyetten sonra gerçekleşmiştir.
-Akli ilimler sahasında geçerli olan derslerin kalitesi, içeriği, amacıyla müderris ve talebelerin bu alandaki ilmi performansları, esasında medrese sitemini kavramak açısından araştırılması gereken önemli sorular olmakla beraber , bu tebliğin sınırını ve konusu aşan bir konudur.
-Ulum-i akliyenin program dışı bırakılmaları söz konusu olmadığına göre, medreselerin gerilemesinde bu ilimlerin ihmalinin birinci derecede amil olduğu tezi de havada kalıyor, demektir. Esasen, medreselerin yükselmesi veya gerilemesini akli ilimlerin okutulup okutulmamasına bağlamak mümkün değildir.
-Bu söylenenlerden, Medrese sisteminin her devirde mükemmel işlediği, hiç bir kusuru olmadığı, burada çok kaliteli eğitim-öğretim faaliyeti yürütüldüğü, hiç bir eleştiriyi hak etmediği anlaşılmamalıdır.
———————————————————————————
*Ruhr-Universitaet-Bochum
1- Emin Beğ: ””Tarihçe-i Tarik-i Tedris””, İlmiye Salnamesi, s. 647.
2- Aslı ” Hallu”l-Hulasa li-ehli”r-riyasa” dır ve Ramazan b. Ebi Hureyre el-Cezeri el-Kadiri (1076/1665”te sağ)”nin Hulasatu”l-hisab”a yazdığı bir şerhtir.
3- Hidayetü”l-hikme”nin bir şerhi olan Kadımir, aynı adla meşhur Hind”li Mir Hüseyin el-Meybudi”ye aittir.
4- Celal, Celaleddin ed-Devvani”nin, Taftazani”nin Tehzibu”l-kelam ve”l-mantık adlı eserine yazdığı bir şerhtir.