Jön Türklük Ölmez; Ölse de Hatta!…

Bunu Paylaş
                               Ahmet Turan ALKAN
 Genç Osmanlılar, Jön Türkler, ittihatçılar artık tarih sahnesinden çekildiler ama temsil ettikleri ruh haletinin onlarla birlikte toprağa gömüldüğünü söylemek mümkün mu? Safiyetleri, acullukları, yeri geldiğinde gözlerini karartarak ucu cinayete varan delice suikastlere teşebbüs etmeleri, “millette ümmid ettikleri feyzi” nedense hep garp ufuklarında aramaları, toplum mühendisliğine teşnelikleri, Fransa”daki orijinallerini aratacak kertede sert Jakoben tavırları ile Jön Türk karakteri bugün nerededir? Bu yazı, biraz da bu konuya hasredilmiş bir karakter arkeolojisi yapmayı hedef alıyor.
OSMANLILARIN EN ZOR ASRI
 ””Kararımı verdim:Ölmek, bu lazım! Zira bu ölüm, bütün bir milletin hayat ve hürriyetini kurtaracak. İnsan zaten fani değil midir(…) Hayat…? Adam sende!… O, tabiatın zaten bir oyuncağından fazla nedir?1 Jön Türk edebiyatı, bugünlerin bakış açısı ve hissiyatı ile okunduğunda ””çocukça” sıfatıyla nitelenebilecek bir özellik gösterir. Birkaçında değil belki tamamında yaşadıkları asrı hazımda bünyevi zaaflar gösteren yaygın bir safderunluğun izleri vardır. XIX. asır, Osmanlı güzideleri için zor zamanlardır. Orduları mütamediyen yenilen, haritası gittikçe küçülen Osmanlı münevverinin zihin dünyası da içine doğru büzülüp durmaktadır; Bizatihi sarayın batıya doğru araladığı perdeden görünen şeyler, okumuş yazmış takımının zihninde trajik bir etki yapmakta ve onlar bir an evvel harekete geçmeye zorlamaktadır. Jön Türk safderunluğunun ve romantizminin ardında işte böyle saikler vardır. Batıyı satıhtan tanımış ve anında onun sihrine kapılmışlardı: “Ne efsunkar imişsin ah ey didar-ı hürriyet!”
 “İnsaf dinin yarısıdır”” hükmünün tarih usulündeki yansımalarından ilki “anakronizm”den kaçınmaktır, yani bugünün cari hükümleriyle geçmişi değerlendirmemek, bilakis her devri, o devrin hükümleri çerçevesinde anlamaya çalışmak. Bu bakımdan Jön Türkler”in safderunluğuna bir yargı hükmü cinsinden yaklaşmak hatadır; en azından onlar her devirde gençlere hata işleten sabırsızlık ve aculluk gibi evrensel bir zaaftan hisselerine düşeni paylaşmışlardı. Batı”ya hayrandılar ama Batı”yı derinlemesine öğrenecek zaman ve araçlardan mahrumdular. Abdülhamit”ten veya “Yıldız bürokrasisi”nden nefret ediyorlardı, çünkü ümitsizliklerini veya öfkelerini yansıtabilecekleri bir başka merci yoktu.
BİR NEVİ YENİÇERİ İDEOLOJİSİ Mİ?
Osmanlı toplumunda siyasi muhalefetin silahlı biçimi kabaca iki grubun inhisarın da görülür: İlki Yeniçeri ayaklanmalarıdır ki, tarih literatürüne geçmiş onlarca ayaklanmadan kaçının sadece Yeniçeri taleplerinden ibaret kaldığı hayli su götürür bir meseledir. Yeniçeriler daha ziyade an”anevi Osmanlı bürokrasisinin yüksek tepelerinde mevzi tutmuş kodaman bürokratlarla iş birliği yapmaksızın kazan kaldırmaya cür”et etmiyorlardı ve ayaklanmaları payitaht bölgesiyle, yani iktidar denkleminin merkezine münhasır kaldığı için büyük tesir yapıyordu. Buna mukabil Celali isyanları merkezden çok uzaklarda, taşra mıntıkalarında görülmüş ve nadir birkaç istisna dışında payitahtın huzur ve asayişini haleldar etmemişti. Her iki isyancı topluluğun taleplerindeki ortaklık, ideolojik bakımdan sert dönüşüm isteklerini ihtiva etmemesidir ve bu haliyle adeta düzenin örfü içinde kalan bir ayaklanma biçimini temsil ederler. Son Celali isyanının bastırılmasından ve Yeniçeri Ocağının gündüz gözüyle topa tutulup tarih sahnesinden silinmesinden sonra Osmanlı toplumunda siyasi muhalefet taleplerinin bir süre şaşkınlık geçirdiği fark ediliyor. Celali isyanları bu süreçte taşra “Ayan”larının siyasi düzen içinde kendilerine yer edinmeleriyle şekil değiştirmiş veya daha küçük ölçekli şekavet hadiselerine indirgenmişti. Merkezdeki muhalefet ise, o demlerde henüz teşekkül etmekte olan yeni bir sosyal zümrenin tekeline geçti. Bunlar ekseriyet itibariyle Tanzimat mekteplerinde “Batı” vakıası ile temasa geçmiş genç bürokratlardı. Tanzimat devrinin en görünür neticelerinden birisi, modernleşmekte olan bürokrasinin iktidarı bölüşmek, hatta tek başına iktidarı elde etmek yolundaki ısrarlarıdır. Yeniçeri Ocağı”nın kaldırılmasından sonra Sultan Abdülaziz devrinin sonlarına, hatta Abdülhamid iktidarının ilk senelerine kadar Osmanlı nizamına işte bu bürokratlar istikamet vermiş ve saray o güne kadar tek başına elinde tuttuğu iktidarı, Tanzimat”tan sonra zuhur eden Babıali ile bölüşmek zorunda kalmıştı. Bu dönüşümün en karakteristik misali, II.Abdülhamid”in Babıali”yi fonksiyonsuz bırakarak devletin dümenini yeniden Yıldız Sarayı”nda temerküz etmesi oldu.
 Abdülaziz”in saltanat yıllarında evvela homurdanmakla yetinen bürokrasi, yüzyılın son çeyreğine yaklaştıkça siyasi ideolojisini bir silah gibi kullanmakla yetinmeyerek, iktidarlarını pekiştirecek yeni kanuni düzenlemeler talep etmeye başladı. 1876 yılının yaz başlangıcında aralarında cihet-i askeriyeden kudretli paşaların da yer aldığı bir yüksek bürokratlar komplosuyla tahtından indirilen Abdülaziz, hal”den dört gün sonra şüpheli bir intiharla canından olurken siyasi hayatta yeni bir dönem başlıyordu. Yeni devrin muhalifleri, eskiler kadar mütevazı değillerdi; eski muhalifler genel hatlarıyla “adalet” isterler ve küçük ödüllerle yetinirlerdi. Yeni muhalifler ise iktidarın bizzat kendisini istiyorlar ve bu esnada o güne kadar telaffuz edilmemiş yeni bir ideolojik dil kullanıyorlardı.
II. ABDÜLHAMİD’İN TRAJİK ÇELİŞKİSİ
Siyasi hayata açılan yeni çığır, birbiri ardına yeni devrin işaretlerini gösterecekti: 1878 yılında Ali Suavi Bey, etrafına topladığı bir grup Rumeli muhaciri ile V. Murad”ı yeniden cülus ettirmek için Çırağan Sarayı”nı basmaya kalkışmış ancak muvaffak olamamıştı. II. Abdülhamid, iktidar mücadelesinin yeni kurallarını fark etmekte gecikmedi ve o günün şartlarına göre hayli verimli işleyen bir haber alma teşkilatı aracılığı ile ideoloji üreten mihrakları kontrol ve baskı altına aldı. Bütün Jön Türk edebiyatında Abdülhamid”e çoğu kere abartılı ifadelerle nefret ve husumet tevcih edilmesinin başlıca sebebi budur; yani saltanatın nefsi müdafaası! II.Abdülhamid, iktidar mücadelesinde an”anevi haklarını korumakta başarılı olduğu için bütün kötülüklerin kaynağı olarak görülmüştür. Bu tedbirlerin ””Yıldız”” açısından başarılı olduğunu, Çırağan vak”asından sonra 1897”ye kadar, yani takriben yirmi yıl müddetçe kayda değer bir hal teşebbüsü görülmeyişi izah eder. 1897”de çoğu zabit ve bürokrat 78 kişilik bir komite, Yıldız”a karşı büyük bir gösteri düzenlemek ve Askeri Mektepleri kontrol altında tutan Nazır Zeki Paşa”yı katletmek teşebbüsünde bulundularsa da yakın tarihimize ””Şeref Kurbanları”” diye geçen bu darbe hazırlığı önceden haber alınmış ve mes”ulleri Trablusgarb”a sürülerek cezalandırılmışlardı.2 Altı yıl sonra daha ciddi bir darbe teşebbüsü ortaya çıktı: Trablusgarp Valisi Müşir Recep Paşa birliklerini vapurla Selanik”e taşımayı, orada Arnavutların desteğini sağladıktan sonra Çanakkale Boğazı”nı kuşatarak Avrupa kamuoyunun da desteğiyle saltanatı devirmeyi planlamış, ancak son anda kararından caymıştı.3 Aslında II.Abdülhamid”in 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren, ideolojik mahfilleri kontrol etmekte eskisi kadar başarılı olamadığı anlaşılıyor. Onun çelişkisi anlaşılabilir nitelikler taşıyor, zira II.Abdülhamid bir yanda modernleşme hamlelerini kararlılıkla devam ettirirken, özellikle eğitim ve ordunun batılı usullere göre yeniden tanzimine büyük önem veriyordu. Modernleşme arttıkça rejime karşı ideolojik muhalefet yükseliyor, muhalefet emareleri belirdikçe sistem daha titiz davranmak ihtiyacını hissediyordu. II.Abdülhamid rejimini, vaktiyle onun kurduğu askeri ve sivil mekteplerde okuyan gençlerin yıkmış olması, kelimenin tam manasıyla trajik bir çelişki teşkil etmiştir.
SİLAH VE BARUT: VATANIN YEGANE DEVASI
 Zaman geçtikçe ””istibdada son verme”” senaryoları çocukça tasavvurlardan daha ciddi organizasyonlara dönüştü. 1889 yılında ””ittihad-ı Osmani”” adıyla faaliyete geçen gizli kuruluş, Askeri Tıbbiye”den başlayarak diğer askeri okullara yayılmaya başladı. Devrin öğrencileri arasında mücadele metodu olarak, şiddete başvurmak hemen tek çözüm yolu olarak benimsenmişti: ””Maksadımız tekamüle merbut olmak değil, onu silah ile, ölüm ile, kan ile ta”cil etmektir”” diyorlardı, ””Teşkilat, işte azizim bizi kurtaracak kuvvet! yare-i vatanın devası silah ve baruttur””.4 Çoğu henüz talebeydi ama ””inkılab””ı ancak ordunun yapabileceği gerçeğinin farkındaydılar ve derslerini iyi öğrenmişlerdi.
İnançları onları kimi zaman safça ve romantik hülyalara da sürüklüyordu: Mesela Askeri Tıbbiye Mektebinin bir tarafında elektrik cihazı imal ederek yüksek gerilim elde etmek ve bu enerjiyi herhangi bir nakledici ile bir zincire bağladıktan sonra, bu zinciri Ramazan”ın on beşinde Hırka-i Şerif ziyaretine giden II.Abdülhamid”in arabasının üstüne atmak bu romantik tasavvurlardan biriydi.5 ””Taksim kışlasındaki toplarla Yıldız”ı bombalamak”” fikrini fiiliyata koyamadılarsa da aynı eylem planının 31 Mart Vak”asında isyancı Avcı Taburlarını imha etmek suretiyle uygulanması, bu gibi fikri hazırlıkların pek de boşa gitmediğini gösteriyor. II.Abdülhamid”in arabası geçerken Galata Köprüsü”nü havaya uçurmak da henüz bıyıkları yeni terleyen öğrencilerin hayalhanesini dolduran planlardan biriydi. Abdülhamid”e duyulan nefret o derecedeydi ki, 1905 yılındaki Rus Ayaklanması”ndan bile ilham alınmasına yol açmıştı.
Jön Türk edebiyatını gözden geçirirken insan ister istemez bugünkü zamanlarla bir mukayese yapmaktan kendini alamıyor; acaba bu gençler günün birinde ””büyümek”” fırsatını bulmuşlar mıydı? Çoğunun Balkan, Yemen, Harb-i Umumi veya İstiklal Harbi”nde büyümeye fırsat bulamadan kara toprağa düştüklerini biliyoruz. Peki yaşayanlar?
JÖN TÜRK RUHUNUN DİRİLİŞİ
Jön Türkler, onca badireye rağmen varlıklarından ve güçlerinden bir şey kaybetmediler. Genç Osmanlılar”ı Jön Türkler”e, Jönler”i ittihatçılara aynı nesepten gösteren bağ Cumhuriyet”in kurucularını da kuşatıyordu. Tek Parti rejimi, yüzyılın ortalarına kadar kendi Jön Türklerine manevra sahası bırakmadı. Jön Türk ruhu 27 Mayıs darbesinde adeta bir ””tenasuh” eseriyle ayağa kalkarak, genç Cumhuriyet”in çeyrek asırda tesis edebildiği bütün dengeleri alt üst etti. Darbe ordunun değil, çoğu orta rütbede ve sayısı ancak darbe ertesinde kesinleştirilebilen bir grup komitacı subayın eseriydi. Darbecilerin sonraki yıllarda kaleme aldığı hatıra kitaplarında, Jön Türklere mahsus olduğunu zannettiğimiz kimi zaman çocukça, ama genellikle bütün meseleleri siyah-beyaz sertliğinde algılayacak derecede kindar tavırların izini sürmek mümkün.6
 27 Mayıs darbecilerinin sandıktan çıkardığı Jön Türk sancağını, aradan on sene bile geçmeden ””solcu-devrimci”” gençler yükselttiler, çok geçmeden Jön Türklük kendi içinde kendi muhalifini inşa etti. Hadiseler, isimler ve kurumlar sıralayarak bu tezi delillendirmek mümkün. Türkiye”nin dağlarında, büyümeyi hala kabullenmeyen Jön Türk çeteleri gezip durmakta.
Şehirde tutunanları da siz tarif edin artık!
——————————————————————————–
1 Feridun Kandemir, Jön Türklerin Zindan Hatıraları, Muhit y., İstanbul, 1975, 81. Kitabın müellifi, birden fazla Jön Türk”ün hatıralarını isim ve mehaz zikretmeksizin bir araya getirerek gayrı ilmi bir metotla yayınlamıştır. ipuçlarından hareketle bu ifadenin Bahriye mülazımlarından “Ağa Baba” lakaplı Ali Fahri Bey”e ait olması mümkündür.
 2 “Şeref Kurbanları”” hakkında. İsmail Hami Danişmend, izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C.4, İstanbul, 1955, 5. 357. Ayrıca bu konuda şu eserlere bakılabilir: Yücel Aktar, ikinci Meşrutiyet Dönemi Öğrenci Olayları (1908-1918), İstanbul, 1990, 5. 61 ve Ahmet Cevat Emre, ikinci Neslin Tarihi, İstanbul, 1960.
 3 E.E.Ramseur, Jöntürkler ve 1908 ihtilali, İstanbul, 1972, s. 94: Ahmet Cevat Emre, iki Neslin Tarihi, s. 80.
 4 1907 tarihli mektup: Yusuf Hikmet Bayur, Türk inkılabı Tarihi, C.I, Ks.I, s. 404.
 5 Yusuf Kemal Tengirşenk, Vatan Hizmetinde, Ankara, 1981 , s. 49.
 6 Mesela bkz: Avni Elevli, Hürriyet için 27 Mayıs 1960 Devrimi, Ankara, 1960. Darbenin üstünden henüz üç ay bile geçmeden kaleme alınan bu kitapta siyah-beyaz dikotomisini ve Jön Türklere mahsus çocukça saflığı aksettiren inanılmaz ifadeler yer almaktadır.
Türk Edebiyatı Mart 2002 sayı 341
Bunu Paylaş

Comments are closed.