Doç. Dr. Said ÖZTÜRK
Çalışmasını doğru ve güzel yapan işçiyi Allah sever.
Kudsî Hadis.
Tüketicinin korunması Osmanlı Devleti”nde en üst makamdan en alt makamlara kadar üzerinde hassasiyetle durulan bir konudur. Yönettiklerinden şahsen sorumlu oldukları ve tebanın kendilerine Allahın bir emaneti olarak verildiği telakkisi içerisinde olan Osmanlı sultanları, halkın “terfih-i ahvalleri” yani refah seviyelerinin yükseltilmesi ve korunması hususunda özen göstermişlerdir.
Osmanlı Devleti”nde tüketiciyi korumaya yönelik olarak muhtelif mekanizmalar işletilmiş, kurum ve kuruluşlar oluşturulmuş ve pek çok tedbir alınmıştır. Tüketicinin korunmasında geleneksel müesseselerden biri olan ihtisab müessesesi Osmanlı Devleti”nde aynen yürürlükte tutulmuştur. Bu müessesenin başında bulunan muhtesibin önemli görevlerinden biri tüketiciyi korumak idi.
Temel ihtiyaç maddeleri konusunda tüketiciyi koruma amacıyla alınan tedbirlerin başında kalite kontrol gelmektedir.
Kalite kavramı, bir ürünün tatmin etmeyi amaç edindiği tüketici ihtiyaçlarına uygunluk derecesi veya kısaca kullanıma uygunluk anlamına gelmektedir. Kalite kontrolü denildiğinde, bir üretim sistemi içerisinde kalitenin önceden belirlenmiş hedeflere uygun olarak gerçekleştirilmesinin sağlanması ve buna yönelik faliyetlere ilişkin yetki ve sorumluluğun dağıtılarak bu hedefler doğrultusunda yapılan işler anlaşılmaktadır. Kalite kontrol sisteminin önemi kalitesizliği önleme amacından ileri gelir[1].
Kalite kontrolü ile ilgili olarak İslami kaynaklarda bizatihi Hazreti Peygamberin söz ve fiillerine yer verilmektedir. İlk dönemde Hazreti Peygamber ve daha sonra gelen halifeler piyasayı kontrol altında tutmuş, haksız gelir elde etme yollarını kapamaya çalışmışlardır. Hz. Peygamber ıslak buğdayı altta saklayan satıcının bu fiilini engellemiş ve bu ayıbı insanların göreceği şekilde niye üste getirmediğini sormuş ve akabinde”Bizi aldatan bizden değildir” ikazında bulunmuştur. Yine “kim afete uğramış (çürük ve bozuk) meyve satarsa kardeşinin malından bir (karşılık) şey almasın. Çürük ve bozuk olanları ayırdıktan sonra satsın. Yoksa neye karşılık herhangi biriniz müslüman kardeşinin malını alacak ?” diyerek çürük mal satmayı, kaliteli malı kalitesiz malla karıştırmayı yasaklamıştır. Bu konuda Hazreti Peygamber; “kişinin malında bir kusur varsa söylemeden satması ona helal olmaz” sözleriyle satıcının piyasaya arzettiği malın evsafını müşteriye tam olarak yansıtması istenmektedir. Bu yasağa yiyecek-giyecek, ev eşyası, günümüzde elektronik ve beyaz eşya ile hizmetler de girer. Sanat eserleri, kimyevi muamelelerle üretilen kalitesiz nesneler, piyasaya sahte para sürme ve hileli her türlü mal ve hizmetler bu yasağın kapsamına girer[2].
Kalite kontrole ilişkin bu değinmelerden sonra, Osmanlı Devleti”nde üreticilerin kaliteli ürün üretmelerini sağlamak ve dolayısıyla kalite kontrol mekanizmasını işletebilmek amacıyla başvurulan bir kısım tedbirleri burada incelemek istiyoruz.
Kalitenin korunması için alınan tedbirlerin ilki hammadde kontrolüdür. Kullanıma uygun hammadde ile üretim yapılması, dolayısıyla üretilen malın kalitesinin korunması için alınan tedbirler erken dönemlere kadar inmektedir. Osmanlı ihtisap kanunnâmelerinde ve taşra kadılarına yazılan emirlerde imalatta kullanılan hammaddelerin kalitelerine dikkat edilmesi gerektiği daima vurgulanmıştır.
Bu konuda II. Bayezid devrine ait ihtisap kanunnamelerinde, Yavuz Selim kanunnâmesinde[3] ve Kanunî”nin umumi kanunnâmesinde geniş bilgiler bulunmaktadır. II. Bâyezid devrine ait Bursa, İstanbul ve Edirne İhtisâb Kanunnâmeleri dünyanın en mükemmel ve geniş belediye kanunu olmakla kalmamakta, aynı zamanda dünyada ilk tüketici haklarını koruyan kanun, ilk gıda maddeleri nizamnâmesi, ilk standardlar kanunu, ilk çevre nizamnâmesi ve kısaca asrına göre çok hârika bir hukuk kodudur. Bu kanun, hem Osmanlı örf âdetlerini ve hem de İslâm hukukunu çok iyi bilen Mevlânâ Yaraluca Muhyiddin tarafından hazırlanmıştır.
Biz, her biri 100 küsur maddeyi bulan bu üç kanunnameden kaliteye ilişkin bazı maddelerini arz ediyoruz:
Etmekçiler, standart olarak alınan ekmeği narh üzere pâk işleyeler, eksik ve çiğ olmaya. Etmek içinde kara bulunursa ve çiğ olursa, tabanına let uralar; eksük olursa tahta külâh uralar veyahud para cezası alalar.
Eyle olıcak ekmek gâyet eyü ve arı olmak gerekdir
Aşcılar bişürdükleri aşı pâk bişüreler ve çanakların pâk su ile yuyalar ve tezgâhlarında kâfir olmaya. Ve iç yağiyle nesne bişürmeyeler.
Ve kile ve arşun ve dirhem gözlenile; eksüği bulunanın hakkından geleler.
Ve sirke ve yoğurda su koymayalar. Su katılmış olub bulunursa, teşhir edeler veyahud tahta külâh uralar, gezdireler.
Kuyumcular, sâde işi dirhemine bir akçe; minekârî işde dirhemine iki akçe ve altun sâde ise miskâline üç akçe; müşebbek işde miskâline beş akçe ve gümüş düğmeler iriyi ve hurdayı gâyet eyü hâlis işleyeler, bakır koyub işlemeyeler. İşleyenin muhtesib (belediye başkanı) gereği gibi haklarından gele.
Ve boyacıları dahi gözedeler, kalb boyamayalar; boyarlarsa gereği gibi hakkından geleler.
Ve iplikçilerin ipliği tire ipliğine berâber ola. Ve astar ki, şehirde işlene, sekiz arşun ola, eksük olmaya. Olursa hakkından geleler.
Hammâmcılar, hâmmâmları gözedeler, yunmuş ola, ıssı ve sovuk su ile ârâste ve dellâkleri cest ve çâlâk ola. Usturası keskin ola. Şöyle ki, usturası altında kimesne zahmet çekmeye ve nâzır olan fotaları pâk duta; müslümana verdüği fotayı kâfire vermeye.
Ve dahi hekîmlere ve attârlara ve cerrâhlara, muhtesib (belediye başkanı)in hükmi vardır; görse ve gözetse gerekdir.
Berber gözlene; kâfir başın tıraş etdükleri ustura ile müslüman başın tıraş etmeyeler. Kâfir yüzin sildikleri fota ile müslüman yüzin silmeyeler. Usturaları keskün ola.
Tabibler dahi gözlene; bîmârhâne (hastahane) tabiblerine göstereler, imtihân edeler, kabul etmedikleri kimesneleri men` edeler. Cerrâhlar dahi gözlene; san`atlarında kâmil olalar.
Değirmenciler gözlene; değirmende tavuk beslemeyeler ki, halkın ununa ve buğdayına zarar etmeye. Ve âdetlerinden artuk almayalar ve iri öğütmeyeler ve kesmüklü buğdayı değiştirmeyeler ve illâ muhkem ve müntehî hakkından geleler.
Bütün çizmecilerin ve paşmakçıların ve babuçcıların işledikleri eyü ola, kalb işlemeyeler. Beş akçelik veyahud dahi ziyâdelik paşmak ve çizme ve babuç ve gayri, akçe başına iki gün hesâbı vardır. Bunların gibileri görüb gözedeler. Her kangı çizme ve babuç ve paşmak ve gayrı, akçe başına iki gün hesâbı üzre tamam olmadın delinürse veya sökülürse, dikici suçludur. Kıymeti ne ise, ol mikdâr para cezası alalar. Eğer gön ve sahtiyân delinürse, debbâğ suçludur. Ve eğer sökülür ise; diken suçludur. Eğer bıçağ ile kesilürse, diken suçludur.
Ve her san‘atı aydan aya kadı i1e teftiş ede ve dahi göre ve gözede. Her kangısı kim ta‘yin olunan narhdan eksük sata, muhtesib (belediye başkanı) hakkından gelüb teşhîr ede”[4].
Kanunî”nin umumi kanunnâmesinde de benzer hükümler bulmak mümkündür; “sabuncular ve mumcular gözlene, gayet eyü edeler, mumlar çürük ve kokar yağdan olmaya, itidal üzre ola ve sabun dahi eyü olan pişmiş ola ve yarılu olmaya” denilmektedir[5].
Aydın ve Saruhan kadılarına yazılan 13 Rebiülahir 1009/ 21 Ekim 1600 tarihli hükümde yine aynı üretim dalında üretim yapanların kullandıkları hammaddenin kaliteli olması istenmektedir.
19 Ocak 1801 tarihinde İstanbul”da sabun imalatçılarının bir kısmı kalitesi düşük hammadde kullanmak suretiyle maliyeti düşürerek ve Girit sabunlarını taklit ederek sabun imal ediyorlardı. Yapılan incelemede;
“Âsitâne-i Aliyye”me tevârüd eden sabunı terbiye için tirâşide eylemek sabuncu esnafının mu‘tâdı olub ol vecihle hâsıl olan cerdeleri Âsitâne-i Aliyye”mde edâya müceddeden sabun kalyesinin veyahud revgan-ı zeyt sefinelerinin sintinelerinde müctemi‘ sintine suyu ile mahlut ekl ve isti‘mâli mümkün olmayan revgan-ı zeyt rahîs bahâ ile iştirâ ve sabun i‘mâl edilüb Girid sabunından dûn ve redî olduğuna binâen rahis bahâ ile fukarâya bey‘ ve fukarâ dahi bahâsının rahîsine binâen rağbet eyledikleri ve Âsitâne-i Aliyye”de bu vecihle sabun i‘mâl…”
olunduğu görülmüştür. Bu tür suistimallerin önlenmesi amacıyla İstanbul”da sabun imalatçılarının kendilerine mahsus damga vurmaları kararı ile birlikte Kandiye, Resmo, Hanya ve İzmir sabunlarının satış fiyatlarından düşük olarak 24 pareye halka satmak üzere narh verilmiştir[6].
Tüketicinin korunmasında en önemli mekanizma narh uygulaması idi. Narh uygulaması ile hem kalitenin hem de fiyatların kontrolü sağlanıyordu. Fiyatlarda ve kalitede belirlenen düzeyin dışına çıkarak tüketiciyi aldatan imalatçılar imalattan el çektiriliyor ve özellikle İstanbul ”da imalatta bulunmaları yasaklanıyordu.
Herhangi bir mamul için gerekli hammadde oranları zaman zaman belirtiliyordu. Mesela Hıfzısıhha-ı Umumiye Sermüfettiş ve Gümrük Tahlilhanesi Müdürü Rasim Paşa”nın sunduğu 1900 tarihli layihada muhtelif cins yağlardan imal edilen sabunların muhtevasında bulunması gereken tuz ve klor maddesinin % 1.5 ve nihayet % 2.5”u aşmaması sağlık açısından lazım olduğu belirtilmektedir. Ancak yurt dışından gelen sabunlarda bu ölçüler korunurken yurt içinde imal edilen sabunlarda % 5, 10, 20, 30, 40 ve daha fazla “mevadd-ı milhıye” yani tuz ihtiva ettiği görülmektedir. Bu ölçülere sahip sabunların “cildi tahzin ve câmeşûyı tahrip eylemekde oldığı fennen ve iktisaden derece-i sübûta” vardığı belirtilmektedir[7]. Bu nedenle söz konusu kalitesiz üretimin önüne geçilmesi taleb edilmektedir.
Gerek yurt içinden gelen gerekse yurt dışından ithal edilen ürünler belirlenen ölçülere uymadığı takdirde el konularak geldikleri yere geri gönderilmesi aynı raporda yer almaktadır. 1906 tarihli belgede mamullerde bulunması gereken hammadde oranları üzerinde durulmakta, belirlenen ölçülere uymayan ürünlerin hileli sayılacağı belirtilmektedir[8]. Yine bazı üreticilerin sırf ecnebi mamulleri ile rekabet edebilmek için ürünlere bazı katkı maddeleri kattıkları anlaşılmış, bunun sadece rekabet amacı taşıdığı ve sağlığa zararlı olmayacağı üzerine üretilen malların belirtilen ölçülere uyması gerektiği ifade edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde tüketim malları üretimine özel bir itina gösterilmiştir. Tüketiciyi aldatmaya yönelik kalb ürün imalatının her zaman önüne geçilmiştir. 26 Şubat 1870 tarihli bir belgede ürünün imal edilmesi aşamasında dikkat edilmesi hususu hükümetin vazifeleri arasında sayılmaktadır[9].
İmalat aşamasında katılacak suyun niteliği üzerinde bile hassasiyetle durulduğu görülmektedir. Üretimde kullanılacak suyun temiz su olması ve ölçüsü oranında suyun katılması isteniyordu[10]. Yine kalitenin korunması amacıyla hammade miktarı / mamul mal miktarı dengesinin korunması istenmektedir. Hammadde miktarı/ mamul mal miktarı dengesinin korunmadığı ürünlerin kalitesiz olacağı ifade edilmektedir[11].
İmalatta uyulacak esaslara ilişkin düzenlemeler oldukça erken tarihlere kadar inmektedir. Bu konuda 1502 tarihli Edirne İhtisab Kanunnâmesinde önemli açıklamalar bulunmaktadır. Bir kısmını yukarıda zikrettik[12].
İzmirli sabun imalatçılarının üretim aşamasında şu hususlara dikkat etmeleri istenir;
“sabunhanelerinde tabh eyledikleri sabun kemal üzre tabh oldukça nîm pûhte iken kazgânlarından ifraz ve ihraç ve kaygan edüb der-mahzen ve ihtikar ve kalp ve nâ matbûh itmeyup mecmû‘ını ber-mu‘tâd-ı kadim kemâliyle tabh ve def‘aten kalyalarına döküp fakat mâyelik içün beş altı kantar sabundan ziyâde alıkonulmamak ve bu nizâmın devam ve istikrarına mürâ‘at ..”[13].
İmalat aşamasında kalitenin muhafazası amacıyla hammadde / mamul oranının korunmasına yönelik tedbirler de alınmıştır. Bu tedbirlerden biri üretim esnasında ehl-i vukuf ve mubassır bulundurulmasıdır[14]. Yine zaman zaman üretimi denetleyecek kişiler görevlendiriliyordu. Bu görevliler ehl-i vukuf, müfettiş, mubassır ve mümeyyiz sıfatlarını taşıyorlardı. Üretim esnasında ehl-i vukuf ve mubassır bulundurulması ile hammadde / mamul oranının korunması da amaçlanıyordu. .5
Kalitenin korunmasına yönelik düzenlemelerden biri de nümune imalattır. 1818 tarihli belgede üretiminde görülen suistimaller üzerine tedbir olarak nümune mamul üretimine gidilmiştir[15].
Osmanlı devleti’nde sınai ürünlerin standardatlara uygunluğu ciddi şekilde izleniyordu. Tesbit edilen standartlar kadı sicillerine kaydediliyor, ülkenin uzak bölgelerinde de bu standartlara uyulması isteniyordu[16]. Bu prensib bütün mamulat için geçerli olduğu söylenebilir. Osmanlı Devleti’nde standardizasyona ilişkin düzenlemeler oldukça erken tarihlere kadar inmektedir. Mesela Fatih döneminde düzenlenen 24 Cemaziyelevvel 884/ 13 Ağustos 1479 tarihli bir sabunhane hükmünde her sabun kalıbının 200 dirhem olması isteniyordu[17].
İmalatçılar satışlarını artırmak amacıyla ürettikleri mamule daha kaliteli üretilen mamullerin damgasını vurarak zaman zaman piyasaya düşük kalitede mamul sürüyorlardı. Bu tür sahte damga ile satılmakta olan ürünleri müşteri pek de fark edemiyordu. Bu durum hem kaliteli ürün imalatçılarını ve bu ürünleri satanları etkilediği gibi hem de gümrük gelirlerini etkiliyordu. Söz konusu durum dikkate alınarak mamul nerede imal oldu ise oranın damgasının vurulması tenbih ediliyordu[18].
Klasik dönemde üretici esnaf belli prensibler dahilinde çalışmak zorunda idi. Belli bir malın üretimini yapabilmek için kişinin elinde ustalık belgesinin olması şart idi. Bir belgeden öğrendiğimize göre herhangi bir ürünü imal etmeye talib olan kimse evvela birer miktar ücret ile belirli bir zaman süresinde üstada (usta) hizmet ettikten sonra işçiliklerine icazet verilib nice müddet dahi işci olub, sanatında ustalaştıktan sonra şeyhleri ve kethudaları vasıtasıyla hammadde için birer miktar hisse tayin edilib, ihtiyaç duyulan yerlerde istihdamına ehil olub, ustalar birbirine “muavenet ve muzaharet” ederler idi deniliyor[19].
İthal malların gerek kalitesi gerekse sağlığa zararlı olup olmadığı açısından kontrolü yapılıyordu. Muayene-i sıhhiyeye tâbi olan eşya hakkındaki nizamnâme neşredilerek özellikle yurt içine giren malın sağlığa zararlı olup olmadığı denetleniyordu.
Özetle Osmanlı Devleti’nde tüketiciyi korumaya yönelik önemli tedbirler alınmış, pek çok mekanizmalar işletilmiş idi. Tüketicinin korunmasında da dikkat edilen hususların başında kalitenin muhafazası geliyordu.
——————————————————————————–
[1] Serdar Tan, Nurettin Peşkircioğlu, Kalitesizliğin Maliyeti, Ankara 1989, s. 7-15”den Hüseyin Arslan, İslamda Tüketici Hakları, İstanbul 1994, s. 92-95.
[2] Hüseyin Arslan, age, s. 96.
[3] Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri I-IX, İstanbul, c. 3, s. 115.
[4] Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, c. 2, sh. 188-230, 286-304, 387-402.
[5] Ahmed Akgündüz, Kanunnâme, c. 4, s. 328.
[6] BA, Maliyeden Müdevver, nr. 9975, s. 148.
[7] BA, Şûrâ-yı Devlet, nr. 2708/2; Şûrâ-yı Devlet, nr. 2759/5.
[8] BA, Dahiliye Nezareti Hukuk Müşavirliği Kalemi, nr. 10/49.
[9] BA, Ayniyat Defteri, nr. 964/55.
[10] BA, Mühimme Defteri, nr. 71, hüküm nr. 296
[11] BA, Mühimme Defteri, nr. 71, hüküm nr. 296
[12] Ahmed Akgündüz, Kanunnâme, c. 3, s. 394.
[13] BA, Cevdet İktisat, nr. 934.
[14] BA, Mühimme Defteri, nr. 71, s. 148, hüküm nr. 296; Mühimme Defteri, nr. 79, s. 299, hüküm nr. 595.
[15] BA, Cevdet İktisat, nr. 1233.
[16] Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, s. 209.
[17] Halil İnalcık, “Fatih Sultan Mehmed”in fermanları”, s. 700, Ahmed Akgündüz, Kanunnâme, c. 1, s. 590, 594.
[18] BA, A.MKT.UM, nr. 164/78.
[19] BA, Mühimme Defteri, nr. 15, hüküm nr. 2105.