Salih Saim Bey ve Üsküdarlı Şaşı Hafız

Bunu Paylaş
                                     Dursun GÜRLEK
 Her sahada kaleme aldığı iki yüzden fazla eserle bir nesle okuma zevkini tattıran Ahmet Mithat Efendi bir gün Babıali yokuşunu tırmanırken hayli yorulur. Göğsüne kadar sarkan uzun ve muhteşem sakalı da dahil, bütün vücudu kan ter içinde kalan Hace-i Evvel biraz olsun, dinlenmek ihtiyacını duyar. Gözüne ilişen bir bakkal dükkanının önündeki küçük hasır tabureye oturur. Bu bah­tiyar ihtiyarı müşteri zanneden bakkal çırağı yanına yakla­şarak sorar:
-Dede, ne alacaksın?
 Efendi hazretleri derhal cevap verir:
-Biraz soluk alacağım evladım!
 Efendim, o yıllarda güzel İstanbul şairlerin, yazarların, kültür adamlarının soluk alacağı, daha doğrusu feyiz ala­cağı edebi mahfillerle, tarihi mekanlarla, kültür kıraathaneleriyle doluydu. Birer serbest akademi kabul edilen bu buluşma, görüşme ve bölüşme yerleri kalem ve kelam erba­bının adeta uğrak ve durak mahalleriydi.
İşte bunlardan biri de Babıali yokuşuna nazır pencere­leriyle arz-ı endam eden ””Tefeyyüz Kütüphanesi”ydi. Adın­dan da anlaşılacağı gibi, bu kitabevi, etrafına hakikaten fe­yiz saçıyordu. Çünkü müdürü Salih Saim Unar Beyefendi burayı tam bir cazibe merkezi haline getirmişti. Her biri kendi sahasında temeyyüz eden şairler, yazarlar, Tefeyyüz Kütüphanesi”ne sık sık uğrayarak böyle bir tefekkür, tenef­füs, tenezzüh ve tenezzül ortamında nefesleniyorlardı.
M. Sadullah Sander ve Dr. Ali Rıdvan Unar Beyler ta­rafından hazırlanıp 1954 yılında istanbul”da yayımlanan ki­tapçıktan öğrendiğimize göre, Salih Saim Unar”ın cazibesi­ne kapılarak, adı geçen kitabevini şiir ve edebiyat meclisi haline getiren zatların başında Süleyman Nazifler, Üsküdar Mevlevi hanesinin Şeyhi Remzi Dedeler, Tahirü”l-Mevleviler, Hakkı Süha Gezginler, Tokadizade Şekipler, Üsküdarlı Talatlar geliyordu. ””Tatlı su başı kalabalık olur” fehvasınca Salih Saim Bey”i de kalem ve kelam erbabı hiç yalnız bı­rakmıyor, ””çevre yanına gelip”” oturuyorlardı.
Peki ama, devrin edebiyat ve şiir otoritelerini bu kadar etkileyen Salih Saim kimdi? itiraf edeyim ki bu soru uzun zamandan beri zihnimi meşgul ediyor, fakat bir türlü tatmin edici cevabı bulamıyordum. Yıllar önce Sahafların tozlu raflarında arayarak bin zahmetle elde ettiğim ””Teracüm-i Ahval-i Evliya”, ””imam-ı A”zam ve Eimme-i Selase”, ””Bayezid-i Bestami”, ””Şeyhü”l-Ekber Muhyiddin-i Arabi””, ””Hucce­tü”l-islam imam-ı Gazali” ””Muhaddarat-ı Evliya” (Kadın Veliler), ””Emir Buhari” gibi kitapların yazarı olan bu enterasan zat hakkında sürüp giden cehaletimi bir türlü defedemiyor­dum. insan bazen çok istediği halde aradığını bir türlü bu­lamıyor. Bu da, belli ki hırsın, bir çıkmaz sokak olduğunu deney yoluyla gösteriyor. Ne zaman ki işi oluruna bırakı­yorsunuz; ama araştırmaya, incelemeye devam ediyorsu­nuz, işte o vakit peşinde olduğunuz belge, bilgi, fotoğraf vesaire pat diye karşınıza çıkıyor.
 Geçen akşam evrak-ı perişanı karıştırırken ””Tarih Ko­nuşuyor” adını taşıyan derginin müteferrik sayılarıyla karşı karşıya geldim. Tarih, eğer hakikaten konuşuyorsa, benim soruma da muhakkak cevap verir diye içimden geçirerek sayfaları çevirmeye başladım. Ve tarih gerçekten konuştu. Zamanın sararttığı yaprakların birindeki resimli yazının başlığı şöyleydi: ””Yaşayan hatıra: Salih Saim Unar”. Artık bendeki heyecanı, varın siz tahmin edin.
 Bu yazıda Ahmet İhsan Tokgöz”le birlikte Servet-i Fü­nun Dergisi”ni çıkaran; şairlerin, nasirlerin, ediplerin, arifle­rin piri olan üstat Salih Saim Unar”dan sitayişle söz edili­yor; halen hayatta bulunan 94”lük bu canlı tarihin elini öp­mek isteyenlere adresi bile veriliyordu: Üsküdar, Atik valide, No:56.1
 Hararetimizi söndüren, fakat tam kandıramayan bu bir bardak soğuk suyu da nuş ettikten sonra, ””Allah”ım! bu muhtasar malumatı, mufassal bilgi haline getir!”” diye dua etmekten kendimi alamadım. Kısa bir süre sonra, bundan elli yıl önce yayımlanan ve ””Salih Saim””in Yazı Hatıraları ve Hayatı”” adını taşıyan risale elime geçince duamın kabul edildiğini anladım. Rabbim sana hamdolsun!..
 Böyle güzide bir şahsiyeti -kısmen de olsa­ nisyandan kurtaracak bilgileri işte bu kitapçıktan aktarıyorum: Kabataş”ta doğduğu halde elli yılını Üsküdar”da geçi­ren ve bu aziz beldeye adeta hayran olan Salih Saim Bey, Fevziye Mektebi”ni bitirdikten sonra kendini hummalı bir çalışma hayatının içinde buldu. Arapçayı, alim bir şahsiyet olan babası Hafız Hüseyin Efendi”den ve Tophane”deki Nusretiye Camii”nde Arabi ilimler okutan, huzur-ı hümayun mukarrirlerin”den Kazasker Tophaneli Hoca Haşim Efen­di”den öğrendi. Farsça hocası ise Abdülmecid Şirvani”dir. Bir tarafta Tophane Kalemi”ndeki resmi görevine devam et­ti, diğer taraftan devrin çeşitli basın yayın organlarında edebi, ahlaki yazılar yazmaya başladı. Bu faaliyetleriyle kı­sa zamanda kendini matbuat alemine tanıttı. Namık Ke­mal”in üslubuna benzeyen bir üslupla kaleme aldığı yazıla­rı sadece İstanbul basını tarafından değil, Anadolu”da yayımlanan gazeteler tarafından da takdirle karşılanıyordu.
 Kırk yıl süren resmi hayatında, çalıştığı kalemlerin ad­larını bizzat kendisi, secili ve kafiyeli olarak şöyle sıralıyor:
 1. Tophane Ruznamçesinde Harcırah ve Tetkik-i Hesabat.
 2. Muamelat-ı Zatiye Evrak, Riyaset ve Maruzat.
 3. Topçu Dairesi Yoklama ve KuyOdat..
 4. Mekteb-i Harbiye Tahrirat.
 5. Sıhhiye Dairesi Birinci Şube ve istihbarat.
 6. Şurayı Askeri Mühimme ve Muamelat.
 Üstat emekli olduktan ve 1927 yılına kadar devam etti­ği Tefeyyüz Kütüphanesi müdürlüğünden ayrıldıktan sonra artık kendini tamamen kitaplarına ve İstanbul gezilerine verdi. En büyük zevklerinden birini, şairin bir sengine (taşı­na) Acem mülkünü feda ettiği bu şehri doyasıya gezmek, köşe bucak dolaşmak teşkil ediyordu. Tophane Kalemi”de­ki mesaisi sona erer ermez, derhal Babıali”ye koşuyor, Ah­met ihsan”la Servet-i Fünun”da birlikte çalışıyordu. Evinin her köşesi kitap ve evrakla doluydu. O kadar ki kendisini zi­yarete gelen dostları bazen oturacak yer bile bulamıyorlardı.
Eski kültürümüzün, özellikle divan edebiyatının müces­sem bir timsaliydi. Sözlerini seçme beyitlerle süslüyor, dinleyicilerinin kulaklarını usta bir musikişinas edasıyla besli­yordu. En basit sözleri bile aruz kalıbına sokuyor; mesela yanında ””sıcak sıcak”” dediğiniz zaman ””mefailün””ü yapıştı­rıyor, “ekmekçi gelmiş”” cümlesine ””müstefilatün”” ile karşılık veriyor, ””tuzlu badem”” sözünü duyar duymaz ””failatün”” de­mekten kendini alamıyordu.
 Ünlü gazetecilerden Hakkı Tarık Us, kırklı yıllarda bir jübile tertipledi. Basın hayatında elli yılı dolduran yazarları bir araya getirdi. Devrin milli eğitim bakanı Hasan Ali Yü­cel”in başkanlığında gerçekleştirilen bu jübilede çağdaşları olan Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Emin Yurdakul, Hüseyin Cahit Yalçın, ibnülemin Mahmud Kemal İnal gibi zatlarla birlikte üstad Salih Saim de bulundu. Hürmetle, saygıyla kürsüye davet edildi.
 Üstat mikrofon başında yaptığı veciz konuşmasını şu sözlerle bitirdi: ””Ne yapalım ki biz eski ve yıllanmış yazar­lar, böyle ölünceye kadar vadi-i kadimde ikinci bir ”Naili-i Kadim” ve bir ”Şair Nedim” gibi terkiplerimizle, gül gibi kokladığımız, bülbüller gibi hoşlandığımız aruzumuzla baş ba­şa ve kucak kucağa kalacağız.””
 Salih Saim Bey”in yaşı hayli ilerlediği için artık eskisi gibi gezemiyor, vaktini evinde dinlenerek, ibadet ederek, Kur”an okuyarak geçiriyordu. En büyük teselli kaynağını ise, çoğunluğunu edebiyatçıların teşkil ettiği ziyaretçiler oluşturuyordu. Üstat işte o zaman daha bir heyecanlanı­yor, duygulanıyor ve Ziya Paşa”nın şu beytini terennüm et­mekten kendini alamıyordu:
 Yaran-ı vatandan bizi özler bulunursa
Düştük sefer-i gurbete muhtac-ı duayız.
Alem-i matbuatımızın bir üstad-ı kıymettar-ı tahrir;
Salih Saim Beyefendi
ÜSKÜDARLI ŞAŞI HAFIZ
 Salih Saim Bey 1941 yılında son eserini yayımladı. Üs­tat, ””Üsküdarlı Şaşı Hafız ve Maruf Nüktedanlar”” adını ta­şıyan bu kitabında, nev”i şahsına münhasır bir üslupla Üs­küdar”ı ve bazı meşhur Üsküdarlıları anlattıktan sonra sö­zü Şaşı Hafız”a getiriyor ve onun enteresan fıkralarını birer birer sıralıyor. işte Şaşı Hafız”a ait nüktelerden bazıları:
ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜNÜZ
Şaşı Hafız bir ara Karaca Ahmet Mescidi”nin imamlığı­na tayin edilir. Bilindiği gibi bu mescit meşhur Karaca Ah­met Mezarlığının içinde bulunmaktadır, Durumu gören dostları kendisine sorarlar:
-Efendi, bu kadar cami varken niçin ölülerin içindeki caminin imamlığını kabul ettin?
Şaşı şöyle cevap verir:
-İşte asıl hüner burada kendini gösteriyor. ””Mütü kable en temütü”, (Ölmeden önce ölünüz) sırrına mazhar ol­dum!
BİR KERE BİLE DEMİYORUM
 Bir gün kendisine şöyle demişler:
-Şaşı, namaz kılarken secdeden o kadar hızlı kalkı­yorsun ki, ””Sübhane Rabbiyelala”yı üç kere söylemek im­kansız hale geliyor.
Şaşı cevap vermiş:
-Yahu, iş, başını yere koyup kaldırmaktan ibarettir, Ben, bir kere bile demiyorum!
İNSAFLI DUACI
Şaşı, vaazı bitirip duaya başlayacağı ve ””filanın, fala­nın ruhuna”” diye Fatihalar göndereceği sırada iri yarı bir adamın elden ele uzattığı kağıdı eline alır. Bakar ki kağıtta otuz kırk merhumun ismi sıralanmış, Derhal şöyle konuşur:
-Hemşehrim, dua ederim, ama beş mecidiyeni alırım, Postahane bile Selanik”e kelime başına, telgraf parası ola­rak iki kuruş alıyor, Bir kere şu kağıttaki yüzlerce kelimeyi hesapla, bir de ahiretin mesafesini gözünün önüne getir! işte o zaman ne kadar insaflı bir duacı olduğumu anlar­sın!…
BEN PARAMA BAKARIM
 Merhum hep küçük camilerde kadınlara vaaz ederdi, Salih Saim Bey bir gün kendisine şöyle der: ””Yahu ilmine irfanına diyecek yok, Maşallah, konuşmaların da çok gü­zel, Neden bir gün de şöyle Ayasofya, Kılıç Ali Paşa gibi büyük camilerde vaaz etmezsin? Niçin kendini büyük kala­balıklara tanıtmazsın?
Şaşı Hafız şöyle cevap verir:
-Aşk olsun, bir kere Ayasofya”yı filan bırak, Şu ikinci olarak zikrettiğin Kılıç Ali”de kürsüye çıksam, cemaatten bi­ri önemli bir mesele sorsa… Haydi onu ””Mesele gayet önemlidir, Dolayısıyla bir anda cevap vermek doğru olmaz, Bu gece Mülteka”ya, yahut Halebi”ye bakayım. Sonra sana sağlıklı bilgi veririm”” diye atlatırım, Ya Allah korusun; ağzımdan zülfiyare dokunacak bir şey kaçırır da hafiyelerin lütfüyle rıhtımda harekete hazır vapurlardan birine şerefyabı irkab ve menzil-i meçhule doğru rehayab olursam… iyisi mi, benim mescitleri doldu­ran kadın cemaatlerim bana yeter, Hem ben diğer hocalar gibi cehennemle korkutmam. Okurum, cennetle ilgili bir ayet-i kerime, Hepsini daha hayatlarında ””firdevs-i aşiyan” ederim.
 Salih Saim Bey, ””Peki ama girebilecekler mi bakalım?””
 diye sorunca da Şaşı şu cevabı verir:
-Adam, düşündüğün şeye bak, Ben bugün alacağım paralara bakarım. Ahirette o kadar kalabalığın arasında kim kime…
BÜYÜK SARIK
Şaşı Hafız bir gün bir mecliste, başında kocaman sarık bulunan bir zat görmüş, Sormuş:
-Efendi, ben sizi burada ilk defa görüyorum, Zatı alileri kimsiniz? Söyleseniz de teşerrüf etsem?
-Efendim, bendeniz Derviş Mehmet.,, Beş on günlük mühtediyim,(İslam”a gireli beş on gün oluyor),
-Öyleyse şimdi şu sarığı çıkart ve küçült,
Şaşı, şu sözleri de ilave eder:
-Behey cür”etkar! Ben ””Kalubela”dan beri Müslüman olduğum halde, sarığımı o kadar büyültemedim, Hiç bura­da, bir haftalık Müslüman’a değirmen taşı gibi sarık sardı­rırlar mı? Senin insaftan ve saygıdan hiç nasibin yok mu?2 Herif şaşırır, duyanlar kahkahayı basar.
——————————————————————————-
1 Derginin bu sayısı Mart 1965 tarihini taşıyor.
 2 Tusi bir şiirinde şöyle diyor:
 “Ey Tusi! Sarık dolamı senin için bir beladır; bu belayı kendi başından niçin savmıyorsun?”
Bunu Paylaş

Comments are closed.