Doç. Dr. Said Öztürk
Her duyuş ve tavrın arkasında geniş bir inanışlar dünyası vardır. Atılan her adım, söylenen her söz ve ortaya konulan her tavır bir zihin dünyasının ürünüdür.
İnsana ve metaya bakış tarzı, dünyayı algılayış biçimi ferdin tüm davranışını, hem cinsleriyle olan ilişkilerini ve dünyayı değerlendiriş biçimini etkiler. Dünyayı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları kendisinin istifadesine sunulan birer nimet ve kendisine tevdi edilen bir emanet anlayışına sahip insan ile bütün dünyayı ve içindeki her şeyi sömürülecek ve mümkün olduğunca tüketilecek bir şey olarak telakki eden insan kuşkusuz farklı davranış biçimlerini sergileyecektir.
Osmanlı’da çevre kültürünün zihni arkaplanını İslam belirlemektedir. Osmanlı toplumu mozaik bir toplum olmakla birlikte onu belirleyecek en iyi tanım İslam toplumu kavramıdır. Dolayısıyla İslami verileri dikkate almadan Osmanlı yöneticisinin çevreye ilişkin düzenlemelerini ve halkın çevreye karşı tutumunu değerlendirmek eksik kalır.
İslam’da çevrenin korunması bazı esaslara müstenittir; israf haramdır, temizlik dinin yarısıdır, zararı def menfaatı celb etmek lazımdır, amme menfaati korunmalıdır. Bu esaslar bütün İslam toplumlarında bulundukları çevrenin korunmasında etkili olmuştur .
İslam optimum noktayı gözetir. Kur’an bu sebeple denge ve muvazeneden söz eder. Kamer suresi 49. ayette “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık” denilmektedir. Yine Rahman suresinin 7. ve 8. ayetleri “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın” buyurulmaktadır. İnsanoğlu bir imtihan için dünyaya gönderilmiştir. Buradaki hayatı geçicidir. Hududullah içinde yaşaması istenmektedir. Hududullah Allah’ın belirlediği ve Kuran’da açıklanan sınırlardır. Hududullah insanın dünyada bir muvazene içinde hayatını sürmesini sağlar.
Dünya bir nimettir. İnsanoğlu bu nimeti korumakla ve israf etmeden bu nimetten faydalanmakla mükelleftir. Çünkü verilen nimette diğer insanların ve canlıların hakkı vardır. Nimette israf ve nimeti gözetmemek bir nankörlük ve hakka tecavüzdür. Zira Kuran’da İbrahim suresi 32, 33 ve 34 ayetlerde; “(O öyle lütufkâr) Allah”tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı. Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi. O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah”ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. …” denilmektedir. Yine Rahman suresi 10. ayetinde “Allah, yeri canlılar için yaratmıştır.” buyurulmuştur. Bir başka ayette ise (Nahl/ 72), “Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı…”.
Kuran temizlik konularında İslam toplumunu daima uyarıyor. Pek çok ayeti kerime manevi temizliğin yanında maddi temizliğe de atıfta bulunmaktadır. Müddesir suresi ayet 4’de; “Elbiseni tertemiz tut”. Mü’minun suresi 51. ayette; “Ey Peygamber! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim.” Hac suresi 26. ayette;“ Bir zamanlar İbrahim”e Beytullah”ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.”
Kuran cenneti ağacı, yeşili, suyu bol olarak tarif eder. Vâkı”a suresi ayet 30-31’de Cennet ehlini; “Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar” diye anlatır. Benzer anlamları taşıyan pek çok ayet, içinde yaşanılan ve olması gereken çevrenin nasıl olmasına böylece atıfta bulunur.
Bu zihni arkaplana sahip İslam toplumları daha Hz. Peygamber döneminden itibaren çevrenin korunması hususunda özen göstermişlerdir. Çevrenin korunmasına ve çevre düzenlemesine ilişkin Hicri birinci asırdan çok sayıda örnek göstermek mümkündür. En basit şekliyle umumun geçeceği yolların genişliğine ilişkin Hz. Peygamberin bir hadisi şöyledir; “Yol hususunda ihtilaf ederseniz genişliğini yedi zira” yapın.” . Yine, Hz. Peygamber yeni kurulan mahallelerdeki sokakların, iyice yüklenmiş iki devenin birbirlerine değmeden rahatlıkla geçebilecek genişlikte olmasını emrediyordu . Başta insanın kendi bedeninin temizliği olmak üzere, yaşanılan mekanların, çevrenin, suyun temizliği konuları da Hz. Peygamberin hadislerinde yerini almıştır; “avlularınızı ve meydanlarınızı temiz tutun” . “Allah temizlik olmayan namazı kabul etmez…” . “Sakın sizden kimse, durgun suya akıtmasın, bilahere onda yıkanır” .
Ağaç ve orman konusunda da Hz. Peygamberin hassasiyeti bilinmektedir. Bizzat kendisi 500 hurma ağacı dikmiştir. Çevrenin korunması, yeşilin muhafazası konusunda şu hadis Hz. Peygamber’in net tavrını ortaya koymaktadır; “Kim bir sidre ağacını keserse, Allah onun başını cehenneme uzatır”. Hz. Peygamber Taifliler’le yaptığı anlaşmada çevredeki ağaçların korunmasını, av hayvanlarının avlanmamasını şart koşmuş idi. Hz. Peygamer’in ağacı ve ormanı koruma yönünde aldığı tedbirler günümüz için önemli mesajları kapsıyor. Medine ovasında yetişmiş ağaçların kesilmesini yasakladığı gibi, yeni ağaçlık ve orman meydana getirilmesini de emrediyordu. Hz. Peygamber Medine’nin uzak bir bölgesinde orman bölgesini şartlı kesime açmış, ağaç kesmek isteyene kestiği ağacın yerine yenisini dikme şartını koşmuştur. Yine Medine’de 12 millik sahayı koruluk ilan etmiş ve ağaç kesimini yasaklamıştır . Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Osmanlı sultanları tebaya “vediatullah” olarak, yani Allah’ın bir emaneti olarak bakıyorlardı. Bu konuda Sultan I. Ahmed’in ifadesi çok açıktır. Sultan I. Ahmet’in meşhur adaletnamesinin başında “re‘aya ve berâya ki vedâyi‘-i Cenâb-ı Kibriyadır” denilmektedir. Bu bakış açısı bir ilke gibi bütün Osmanlı sultanlarında görülür. Zira 16. yüzyılın kayıtlarında bu ifadelere rastlanıldığı gibi 17, 18 ve 19. yüzyıl kayıtlarında da görülmektedir. Bu emanet ve sorumluluk anlayışı Osmanlı sultanlarını tebanın her türlü zulüm ve fenalıkdan, haksızlıkdan korunması ve hakkının teslimi hususunda titiz davranmalarını gerekli kıldığı gibi, halkın “terfih-i ahvalleri” yani refah seviyelerinin yükselmesi hususunda da özen göstermelerine sebep olmuştur . Halkın terfih-i ahvali yani hayat standartlarının yükselmesi sadece satın alma gücünün yükselmesi ile değil, bulunan fiziki çevrenin de yaşanabilir bir mekan olmasıyla mümkündür. Bir tarafta insana, metaya ve dünyaya emanet anlayışı diğer tarafta tebanın terfih-i ahvalleri gibi bir temel prensip fiziki çevrenin kirlenmemesini ve korunmasını gerekli kılıyordu.
Osmanlı’nın çağdaş dünyaya bıraktığı en önemli bir miras da çağdaşlarının çok ötesinde bir çevre kültürü bırakmış olmasıdır. Osmanlı insanı ve yöneticisi kendisini tabiata göre şekillendirirken bu günün modern toplumları veya insanı, tabiatı kendisine göre şekillendirmeye çalışmaktadır. Osmanlı bahçeleri tabi yetişme ve gelişme seyri içinde bırakılırken, modern bahçelerimizde yetişen bitki ve ağaçlara geometrik şekiller verilme uğruna müdahale edilmektedir.
Günümüz çevre problemleri sanayi toplumlarının bir armağanıdır. Sanayi devrimini gerçekleştiren kıta avrupası ve İngiltere daha fazla üretim ve daha fazla kazanma uğruna içinde yaşadıkları fiziki çevreyi heba etmişlerdir. Ne var ki bu konuda ilk çözüm arayanlar da onlar olmuştur. Türkiye’de çevrenin korunması ve çevrenin kirliliği meseleleri oldukça yenidir. Türkiye batının yaşadığı süreçten aynen geçiyor, mümkün olduğunca çevreyi daha çok tüketme yarışına gidiyor.
Günümüz çevre problemleri sanayi toplumlarının bir armağanıdır. Sanayi devrimini gerçekleştiren kıta avrupası ve İngiltere daha fazla üretim ve daha fazla kazanma uğruna içinde yaşadıkları fiziki çevreyi heba etmişlerdir. Ne var ki bu konuda ilk çözüm arayanlar da onlar olmuştur. Türkiye’de çevrenin korunması ve çevrenin kirliliği meseleleri oldukça yenidir. Türkiye batının yaşadığı süreçten aynen geçiyor, mümkün olduğunca çevreyi daha çok tüketme yarışına gidiyor.
Osmanlı’da çevrenin korunması ve bu kültürün oluşmasına ilişkin daha belirgin örnekler üzerinde durmak istiyoruz. Osmanlı’da çevrenin, havanın, limanların ve körfezlerin, cadde ve sokakların temizliği konularında pek çok örnek vardır. 1539 tarihli Edirne çöplük subaşısı’na verilmek üzere düzenlenen yasakname aradan geçen bunca zamana rağmen önemli oranda güncelliğini korumaktadır. Yasaknamenin muhtevasına bakıldığında, şahısların ev ve dükkanlarını temiz tutmaları, pislik varsa giderilmesi, çöplük subaşısının mahallelerdeki mezbeleyi kaldırtması, hamamların katı ve sıvı atıklarının uzaklaştırılması, evlerden çamaşır sularının yola dökülmemesi, hayvan laşelerini insanların yaşadığı mekanlardan derhal uzaklaştırılması, açık mezarlık bırakılmayıp duvar çekilmesi, arabaların özel park yerlerine konulması gibi hususları kapsadığı görülmektedir .
Ormanların ve koruların korunması yönünde de Osmanlı yönetimi titiz davranmıştır. 1559 tarihli bir divan kararında Sapanca dağlarından ağaç kesiminin yasaklandığı belirtilmektedir . Özellikle korulardan ağaç kesimine dikkat edilmiş, korular daimi surette gözetim altında tutulmuştur.
Osmanlı Devleti’nde özellikle 19. yüzyılda bataklıkların kurutulması yönünde pek çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar bu tür yerlerin hem zirai üretime açılması gibi iktisadi kaygılar üzerine ve hem de bölgenin havasının düzelmesine ve çevrenin yaşanabilir hale gelmesi yani çevre kaygısı üzerine yapılıyordu. Mesela 25 temmuz 1886 tarihli belgede Çanakkale’nin havasının bozulmasına sebep olan 60 bin zira bataklığın kurutulmasına ilişkin bilgiler yer almaktadır .
Limanların temiz kalması noktasında da Osmanlı yöneticilerinin çalışma yaptıkları görülüyor. 1559 gibi erken bir tarihde Ağriboz limanına gelen gemilerin safra dökmelerinin engellenmesi için Ağriboz sancakbeyine hüküm yazılmıştır . Limanların temizlenmesine ve temiz tutulmasına ilişkin daimi bir gözetim sürmüştür. 1779 tarihli bir hükümde Unkapanı iskelesine mezbele, süprüntü nakl ve ilka olunmayarak eskiden beri Ayazma iskelesi yakınlarında çöplük tabir olunan yere dökülmesi isteniyordu .
Şehirde oluşan evsel sıvı ve katı atıkların uzaklaştırılması hususu da dikkat çekmektedir. Mahalle sakinlerinin mutlaka katı ve sıvı atıklarını bir nizam dahilinde atmaları gerekiyordu. Mesela 1593 tarihli kararda çirkapların yani sıvı atıkların evlerden gelişigüzel dışarı akıtılmaması isteniyordu . 1742 yılında Büyükçekmece’de zimmi iki komşu arasında geçen bir anlaşmazlıkta, çirkap sularını yani sıvı atıkları gelişigüzel akıtan komşunun diğer komşunun evine zarar verdiği konu edilmektedir. Diğer taraftan şikayet edilen aynı şahsın yaptığı yeni evin penceresi diğer komşunun mahall-i nisvan olan bahçesine vs mahalline baktığı ifade edilmektedir. Problem “zarar-ı şer’i olduğu gerekçesiyle mahkemeye intikal etmiştir . İslam Hukukundaki zarar-şeri kavramı ve Osmanlı’daki uygulamaya bakıldığında çevre korumacılığında başvurulacak hukuki bir ilke olarak anlamı genişletilebilir. Osmanlı’da zarar-ı şer’i ilkesinin işletilmesi özellikle şehirciliğin sağlıklı gelişmesinde önemli katkısı olmuştur. Mesela Kayseri’nin Germun? köyünde Gireko adlı zimmi bir kişi, kendisi bir başka yerde iken Serkiz adlı komşusu bunun evi üzerine yeni bir ev inşa ettiği ve kendi evine “zarar-ı şer‘îsi” olduğu gerekçesi ile şikayetçi olmaktadır . Zarar-ı şer‘iden kasıt eve güneşin gelmesini önleme, penceresini kapatma, evi tehlikeye sokma gibi zararlara ilave olarak, günümüzün modern toplumlarında hiç gündeme gelmeyen özellikle müslümanların oturduğu semtlerde aile mahremiyetine halel verecek yapılanmalardır. Mesela yeni inşa edilen veya edilecek bina daha yüksek olup da komşunun avlusu görülerek aile mahremiyetine halel geliyorsa bu zarar-ı şer‘î kapsamına girerek mahkemeye şikayet hakkı doğmaktadır .
Katı ve sıvı atıkların atılması ile ilgili benzer bir problem 1747 yılında Karamürsel’de geçiyor. Komşunun biri evin atık suyunu hali yere değil de diğer komşunun evi tarafına döktüğü sebebiyle konu mahkemeye intikal etmiştir .
1760 tarihli bir karar çevre temizliği konusunda önemli ipuçları vermektedir. Eyüp’te bakkal, manav ve diğer çarşı esnafı dükkanları önünü temizledikleri, toplanan mezbeleyi ise Taşlıburun nam mahalle naklettikleri halde bu tarzı devam ettirmeyerek dükkan önlerini temizlemeyip, toplanan mezbeleyi sel geldikçe sele attıkları şikayet konusu oluyordu. Vaki şikayet üzerine alınan kararda esnafın dükkanlarının önünü her gün temizlemeleri, toplanan çöpü de Taşlıburun’a nakletmeleri isteniyordu. Mahalle sakinlerinden atık sularını yola bırakanların da tenbih edilerek atık suların umumun geçtiği yola bırakılmaması, toplanan çöplerin de başka bir mahalle nakledilmesi isteniyordu. Burada alınan kararların önemli bir gerekçesi ibadullahın tazyik edilmemesi idi .
1746 yılında Üsküdar’da geçen bir hadise ise Osmanlı toplumunun da çevre temizliği konusunda duyarlı olduğunu gösteriyor. Hadise şudur; Davud Paşa Cami civarında Bostan sokağında bulunan bazı mahalle sakinleri ile aynı sokakta bulunan sütçü dükkanı sahibi çirkaplarını yani sıvı atıklarını yola döktükleri, sokağı pisledikleri ve geçenleri rahatsız ettiği şikayet konusu oluyordu . Çünkü umumun geçtiği yollara ve güzergahlara kesinlikle süprüntü dökülmemesi gerekiyordu . 1763 yılında Kasım Paşa ahalisinin şikayeti üzerine gündeme gelen konu ise, yukarı mahallelerin katı ve sıvı atıklarının Kasım Paşa’ya inen dereye bırakıldığı bunun ise Kasım Paşa ahalisini, gerek yaz günleri kokusuyla gerekse yağmur dolayısıyla taşan dereden etrafa mezbelenin taşmasıyla rahatsız ettiği, bundan böyle yukarı mahallelerin katı ve sıvı atıklarını evleri civarında açılacak kuyulara akıtılması ve buna uymayanların cezalandırılması isteniyordu .
Osmanlı yöneticilerinin üzerinde durdukları önemli konulardan biri de yapıların bir nizam dahilinde inşasıdır. Özellikle İstanbul ile ilgili bütün Osmanlı dönemlerinde fevkalade düzenlemelerin yapıldığı görülür. 1559 tarihli bir divan kararı sur diplerine ev yapılmamasını istiyordu. Kararda yapılacak ev ve dükkanların hangi ölçüler içerisinde yapılması gerektiği de açıklanıyordu . Aynı tarihli bir diğer karar yine sur diplerine ev ve dükkan yapılmaması ve yapılan ev veya dükkanların yıktırılmasını ifade etmektedir . Sur civarına ev ve dükkan vb. binaların yapımı 16. asırdan itibaren daimi bir şekilde kontrole tabi tutulmuştur. Şehirde yapılacak binaların mutlak surette bir plan dahilinde yapılması daima gözetilmiştir. 1744 tarihli bir kararda Balat’ta inşa olunacak binanın belirlenen ölçüler içerisinde yapılmasına ruhsat verildiği, bu ölçülere uymadığı takdirde yıkılacağı belirtilmektedir .
Şehir planlaması noktasında görülen bazı düzenlemeler de dikkati çekmektedir. Mesela 1572 tarihli belgede, Zeyrek camiinin hali arsası üzerine yapılan bir ev ile alakalı davada çok katlı evlerin camilerden en az 5 zira uzak olması ifade edilmektedir . 1573 tarihinde Mimar Sinan’a gönderilen bir hükümde Ayasofya camii etrafına usulsüz yapılan evlerin ve binaların yıkılması ve camiin sağ ve sol taraflarının 35’er arşın boş bırakılması istenmektedir .
Yine Osmanlı İstanbul’unda binaların yapımı ile ilgili hususlar içerisinde yanan evlerin taştan yapılması, caddeler üzerine şahnişin ve çardak çıkarılmaması gibi şehir nizamına halel gelecek yapılanmalar önlenmiştir. Yine cahil mimarlara iş verilmemesi de alınan bir başka önemli tedbir olarak gözüküyor . Ev ve dükkanların kargir yapılmasına dair düzenlemelere gidilmiştir . 1719 tarihli ferman ise kesinlikle ahşap bina yapımını yasaklıyordu. Aynı fermanda sur içi ve dışında Yahudi ve Hristiyanların 2 kattan yüksek bina yapmaları da aynı yasaklama içerisinde yer alıyordu . 1725 tarihli bir başka fermanda ise Müslüman ahalinin ve gayrımüslim ahalinin yapacakları evlerin yüksekliği konuları işlenmektedir. Bu düzenlemede gayrimüslimlerin yapacakları evler nihai olarak Müslümanlarınkinden daha alçak olacaktı .
Mahallenin ihtiyacını karşılayacak çeşmeler, sokaklarına kaldırımlar ve lağım yapılıyor, kaldırımların ve sokakların temiz tutulmasına, bozulan kaldırımların tamirine özen gösteriliyordu . Çevre temizliği ve çevre düzenlemesi hep insanı kaygılar üzerine bina ediliyordu. Mesela, Yahudilerin yaya kaldırımlarını bozduklarına dair yapılan bir şikayet üzerine verilen kararın gerekçesinde bu bozuk kaldırımlarda a’mâ ve piri fani insanların gelip geçerken zorluk çektikleri belirtiliyordu .
İstanbul’un önemli meydanlarından olan Atmeydanı ve Bayezit meydanının temizlenmesi de ilgili kişilerin dikkatinden kaçmamıştır. 1585 tarihli bir hükümde çöplük subaşısından Atmeydanı’nın yılda bir, Bayezit meydanının ayda iki kere temizlenmesi isteniyordu .
Şehre gelen içme suyu konusu da yöneticilerin üzerinde hassasiyetle durdukları konulardan biri idi. Suyun şehre geldiği yol güzergahına iskan yapılmaması temel bir prensip gibi gözükmektedir. 1567 tarihinde Haslar kadısına yazılan hükümde Kırkçeşme suyu ve diğer suların geçtiği güzergahlara bağ, bahçe yapılması, ev inşa edilmesi kesinlikle yasaklanıyordu. Aynı karar metninde suyolunun 3 zira üstünde ve 3 zira altında kalan yerlere bağ dikilmemesi isteniyordu . Bir başka kararda yine benzer hususlara değinilmektedir . 1758 tarihli bir diğer kararda İstanbul’a su gelen Kırkçeşme kemerleri arkasında Bend-i Kebir bitişiğinden geçen umumi yol üzerine yapılan ev ve fırının yıkılması isteniyordu. Zira bu yapıların sıvı ve katı atıklarının bende akan nehrin suyunu kirletmesi söz konusu idi .
İstanbul için önemli düzenlemelerden biri de uzun süre devam eden göç yasağıdır. Göç yasağının kuşkusuz iktisadi, sosyal ve siyasi başka sebebleri de vardır. Ancak göç yasağının İstanbul’un fiziki yapısının bozulmamasında önemli katkısı olduğu söylenebilir. Şüphesiz 500 bin nüfusa sahip İstanbul ile bu nüfusun üzerindeki İstanbul’un çevre ve temizlik problemleri de farklı olacaktır. Göç yasağına ilişkin Osmanlı arşivlerinde çok sayıda ferman ve diğer kayıtlar bulunmaktadır.
Osmanlı’da çevre meselesi, tabi dengenin muhafaza edilmesi ve ibadullahın hukukunun korunması gibi temel esaslardan haraketle ele alınmıştır. Yaşanılabilir bir çevre için tüm Osmanlı asırlarında pek çok tedbir ve düzenlemenin yapıldığına Osmanlı Arşiv kayıtları bize tanıklık etmektedir. Bu tedbir ve düzenlemelerde insani kaygıların önemli rol oynadığı görülür. Bu sebeple Osmanlı’da çevre-insan ilişkisi günümüz modern toplumlarında var olan anlayıştan farklı bir düzleme oturmuş, tabi dengenin muhazasına özen gösterilmiştir. Yapılar insan ruhuna ve tabi çevreye uyum içinde inşa edilmiş, yeşile şekil verilmemiş, tabi seyri içerisinde korunmuştur. Koca Sinan’ın mükemmel ve muhteşem eserlerine bakıldığında 16. asır gibi erken sayılacak bir dönemde şehrin tabi silüetine halel verilmeyerek sözünü ettiğimiz dengeye fevkalade dikkat edildiği görülür . Zira tabi dengenin muhafazası ilahi ikazla emredilmiştir; “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık”, “Sakın dengeyi bozmayın” .
——————————————————————————–
[1] Geniş bilgi için bkz. Servet Armağan, “İslam çevre hukuku’nun genel esasları”, İnsan ve Çevre, İstanbul 1992, s.243 vd.
[2] Buhârî, Mezâlim 29.
[3] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, c. 2, s. 1141.
[4] Aclunî, Keşfu’l-Hafa, Beyrut, 1351, c. 1, s. 224’den; A.Rıza Temel, “İslama göre insan çevre ilişkisi”, İnsan ve Çevre, s. 74.
[5] Müslim, Tahâret 1.
[6] Buhari, Vudu 68; Müslim, Taharet 95.
[7] Ebu Dâvud, Edeb 171; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c. 2, s. 1141, A.Rıza Temel, “İslama göre insan çevre ilişkisi”, s. 76-77.
[8] BA, Mühimme Defteri, nr. 78, s. 897.
[9] Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, İstanbul 1993, c. 6, s. 541-542.
[10] BA, Mühimme Defteri, nr. 3, hüküm 285; İsmet Binark, “Arşiv belgeleri ışığında Osmanlı’da çevrecilik anlayışı”, Mimar ve Mühendis Dergisi, sayı 26, s. 33-34.
[11] BA, Y.MTV, nr. 21/179; İsmet Binark, a.g.m, s. 32-33.
[12] BA, Mühimme Defteri, nr. 3, hüküm 606; İsmet Binark, a.g.m, s. 33.
[13] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr. 9, s. 349, hüküm 1278; Ahmet Tabakoğlu ve Diğerleri, İstanbul Ticaret Tarihi 1, İstanbul 1997, s. 351.
[14] Ahmet Refik, On Birinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, İstanbul 1988, s. 13.
[15] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr.1, s. 24, hüküm 106; Ahmet Tabakoğlu ve Diğerleri, İstanbul’da Sosyal Hayat 1, İstanbul 1997, s. 17.
[16] BA, Karaman Ahkam Defterleri, nr. 1, s.73, hk. 2.
[17] BA, Karaman Ahkam Defterleri, nr. 1, s. 282, hk.2.
[18] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr.2, s. 203, hüküm 703; Ahmet Tabakoğlu vd., İstanbul’da Sosyal Hayat 1, s. 263.
[19] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr.5, s.253, hüküm 772, Ahmet Tabakoğlu vd., İstanbul Esnaf Tarihi 1, s. 267-268.
[20] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr.2, s. 152, hüküm 522; Ahmet Tabakoğlu ve Diğerleri, İstanbul’da Sosyal Hayat 1, s. 250.
[21] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr.4, s.151, hüküm 470; nr. 5, s.31, hüküm 100, Ahmet Tabakoğlu ve Diğerleri, İstanbul Esnaf Tarihi 1, İstanbul 1997, s. 145, 212.
[22] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr.6, s.314, hüküm 906; Ahmet Tabakoğlu ve Diğerleri, İstanbul’da Sosyal Hayat 2, İstanbul 1998, s. 310-313.
[23] BA, Mühimme Defteri, nr. 3, hüküm 72.
[24] BA, Mühimme Defteri, nr. 3, hüküm 82.
[25] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr.1, s. 181, hüküm 818; Ahmet Tabakoğlu vd., İstanbul’da Sosyal Hayat 1, s. 129.
[26] Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, , İstanbul 1988, s. 20.
[27] Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 23.
[28] Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 58-61.
[29] Ahmet Refik, On İkinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, İstanbul 1988, s. 21, 35.
[30] Ahmet Refik, On İkinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 66-67.
[31] Ahmet Refik, On İkinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 83.
[32] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr. 4, s. 333, hüküm 991; Ahmet Tabakoğlu ve Diğerleri, İstanbul Vakıf Tarihi 1, İstanbul 1998, s. 240-241, 316.
[33] Ahmet Refik, On Birinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 13; Ahmet Refik, On İkinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 30.
[34] Ahmet Refik, On Birinci Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 19.
[35] Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 66.
[36] Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 17.
[37] Ahmet Refik, Onuncu Asr-ı Hicri’de İstanbul Hayatı, s. 28.
[38] BA, İstanbul Ahkam Defteri, nr.4, s.303, hüküm 896; Ahmet Tabakoğlu ve Diğerleri, İstanbul’da Sosyal Hayat 2, s. 138.
[39] Suphi Saatçı, “Kubbeyi zirveye taşıyan sanatkar”, Mimar ve Mühendis Dergisi, sayı 26, s. 28-29
[40] Kamer Suresi, ayet 49, Rahman Suresi, ayet 8.