‘Önemle ifade edelim ki, Cumhuriyet de Osmanlı da, iyisiyle kötüsüyle, Müslüman Türk milletinin malıdır. Bir insan ecdadını kötülemekle hiç bir yere varamaz. Tarihin her döneminde iyi şahsiyetler de kötü şahsiyetler de gelebilir. Ayrıca iyi şahsiyetlerin kötü ve yanlış tasarrufları ve kötü şahsiyetlerin de iyi ve güzel tasarrufları bulunabilir. Bir şeyi toptan reddetmek veya kabul etmek, aklın işi değildir.
İşte bu esaslar çerçevesinde, Mustafa Kemal’in başarılarını saymak, Sultân Vahidüddin düşmanlığı sayılmamalı; Sultân Vahidüddin’in yaptıklarını anlatmak da Mustafa Kemal düşmanlığı olarak görülmemelidir. Bu gözle bakıldığında, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ve Sultân Vahidüddin’in şahsiyeti ile ilgili Cumhuriyet döneminde yazılanlar, çizilenler ve yapılan değerlendirmelerin tek taraflı olduğu hemen göze çarpacaktır. Biz, bunu yapmayacağız. Zaten bu kitabımızı da, Cumhuriyet ile Osmanlı’nın buluşacağı milli buluşma kitabı olarak görüyoruz. Ayrıca bizim için önemli olan, şahıslar değil, devlet ve milletin devam ve bekasıdır.
Bu genel esaslardan sonra şunları bilmekte yarar vardır:
1) Mustafa Kemal ve onun silah arkadaşları, tamamen Osmanlı generalleridirler. Hele Mustafa Kemal, Sultân Vahidüddin Hân’ın hem şehzâdeliğinde ve hem de padişahlığında yaverliğini yapmış bir Osmanlı subayıdır.
2) Kuvay-ı Milliye’nin tohumları, Kasım 1918’de müttefik düşman filolarının Boğaz’a girmesiyle atılmıştır. Kuvay-ı Milliye bir şahsın değil, bir milletin eseridir. Bu milletin içinde Mustafa Kemal de vardır, Sultân Vahidüddin de vardır. Düşman toplarının Saray’a çevrildiğini gören Vahidüddin ve Osmanlı kurmayları, bütün gayretlerini, Anadolu’ya gönderilecek bir komutanla bağımsızlık tohumlarının yeşertilmesi için harcamışlardır. Nitekim Osmanlı kurmayları Mart 1919’un bir gecesinde Erenköy’de yaptıkları bir toplantıda liderliğin Nuri Paşa’ya mı, Miralay Re’fet Bey’e mi yoksa Çanakkale’de göz dolduran Mustafa Kemal’e mi verileceğini tartışmışlardır. Sadrazam, Mustafa Kemal Paşa’yı Padişah’a götürmüş ve askerlerin istediği insan olarak takdim etmiştir. Sami Bey ve Harbiye Nâzırı Şâkir Paşa, Mustafa Kemal’in Cumhuriyetçi olduğunu ve Hânedânı devre dışı bırakabileceğini hatırlatmışlarsa da, Padişah önemli olanın Hânedân değil vatan ve devlet olduğunu ifade etmiştir. İşte bu şartlar altında 9. Ordu Kıtaları Müfettişi kisvesiyle Anadolu’ya gönderilmesi kararlaştırılan Mustafa Kemal ile Sultân Vahidüddin defalarca özel olarak görüşmüşlerdir. Bunun üzerine Sultân Vahidüddin, İngilizleri de Mustafa Kemal konusunda ikna etmiştir. 6 Mayıs 1919 tarihli Mustafa Kemal’in yetkilerini belirten Tâlimat hemen yayınlanmıştır. Tam bir diplomasi oyunu oynanmaktadır. Bandırma Vapuruna Mustafa Kemal ile birlikte kimlerin bineceği tesbit edilmiş ve bunların vizeleri temin edilmiştir. Bütün bunlar, Sultân Vahidüddin’in emriyle olmuştur. Her türlü masraf, Padişahın özel imkânları ve gizli ödenekten karşılanmaktadır.
Mustafa Kemal, 15 Mayıs 1919’da Sultân Vahidüddin ile yaptığı son görüşmede, Sultân’ın kendisine ‘Paşa, Paşa, Şimdiye kadar devlete çok hizmet yaptın. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin’ dediğini bizzat Mustafa Kemal nakletmektedir.
Mustafa Kemal, 16 Mayıs sabahı Osmanlı Devleti’nin temin ettiği Bandırma Vapuruna binmeden evvel, önce Osmanlı kurmaylarıyla görüştü ve onlardan milli bir idare kurulması konusunda tavsiyelerini aldı. Buradan son defa görüşmek üzere Yıldız Sarayı’na geldi. Padişah’ın “Cenab-ı Allah muvaffak etsin” sözlerinden sonra, Mustafa Kemal, “Bazı fesâd ehlinin kendisi hakkında yanlış şeyler nakledebileceklerini ve bunlara inanıp sadakatinden şüphe etmemesini arz eyledi”. 16 Şa’ban 1338/16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal yolda iken, onun Yetki Tâlimatnâmesi, Meclis-i Vükelâ’da ittifakla kabul edildi. İlk dönem masraflarının tamamı örtülü ödenekten karşılanmak üzere karar alındı. Arşiv vesikalarından anlıyoruz ki, Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir devlet kurması için her türlü tedbir alınmış ve hatta görev alanında meydana gelen her çeşit önemli gelişme ile ilgili Osmanlı hükümeti tarafından kendisine şifre ile bilgi verilmiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında, halkın gösterdiği büyük alaka üzerine, İngilizler, Osmanlı Devleti tarafından başka maksatla gönderildiği konusunda ciddi manada şüphelenmişlerdir.
16 Mart 1920’de İstanbul Mütâreke şartlarına aykırı olarak işgal edildiğinde, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanmıştır. Ancak Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri, Anadolu’da meydana gelen gelişmeler ve Rauf Bey gibi bazı farklı görüşlere sahip şahsiyetlere rağmen Mustafa Kemal’in Cumhuriyet istemesi, tek taraflı olarak Mustafa Kemal ile Sultân Vahidüddin’in arasını açmıştır. 1920 ila 1922 tarihleri arasında, fiilen idare Büyük Millet Meclisinde olmasına rağmen, Sultân Vahidüddin Kuvay-ı Milliye ve Büyük Millet Meclisi aleyhine bir tek şey yapmamıştır. Bilakis İşgal Kuvvetlerini yatıştıracak bazı tasarruflar dışında, gizlice ve imkânlarının ölçüsü nisbetinde onların işlerini kolaylaştıracak desteklerde bulunmuştur. Ankara’daki yayın organlarının bütün aleyhteki yayınlarına ve Damad Ferid Paşa’nın İngilizler nezdindeki bazı girişimlerine rağmen, onu hiç bir kuvvet Anadolu’nun bağımsızlığı aleyhine geçirtememiştir. Hatta Balıkesir Valiliğinin Kuvay-ı Milliye’ye yardım edenlerin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı konusunda Dâhiliye Nezâretine yazılan bir yazının cevabında cezalandırılmaması tâlimatı verilmiştir. Dolayısıyla Sultân Vahidüddin vatan hâini değil; vatanın istiklali için tacını ve tahtını terk eden bir vatanperverdir. Bütün gayretlerine rağmen İstanbul’u işgalden kurtaramayınca, Kuvay-ı Milliye’ye de köstek olmamıştır. İstanbul’u terk ettikten sonra, İngilizler ve İtalyanlar, bütün gayretleriyle onun taşıdığı hilâfet sıfatını Anadolu’daki Kuvay-ı Milliye aleyhine kullanmak istemişlerse de, Sultân Vahidüddin’in iman kuvveti ve vatan sevgisi buna mani olabilmiştir.
3) Bu anlattıklarımızın en büyük delili, bazı ifadeleri, sürgündeki insanın halet-i ruhiyesine aksetmiş olsa bile, yetmiş sene sonra kısmen yayınlanan hatıralarındaki şu satırlardır (Murad Bardakçı’nın eserinden sadeleştirerek veriyoruz):
“Mütâlaalarından ortaya çıkacağı gibi, Mütâreke günlerinde (1918) I. Cihan Harbinin neticelerinden sorumlu olan suçlulardan (Devleti harbe sokan İttihâdcıları kasdetmektedir) bana miras kalan ve birbirini takip eden musibetlere karşı, sadece ve sadece şahsımı siper eyledim.
Aslında bir taraftan tehlikeli bir yerde kalan hilâfet merkezinde savaştan galib çıkan İ’tilâf Devletleri ile yüz yüze olmak ve onlar tarafından sıygaya çekilmek ve diğer taraftan Anadolu’yu istila eden Yunanlılara mukabele için mümkün ve mahrem vasıtalarla Anadolu’ya memur eylediğimiz Yâverlerimizden Mustafa Kemal’in ihâneti ve bize karşı takındığı isyankâr tavrı karşısında kalmıştım.
Aslında bir taraftan tehlikeli bir yerde kalan hilâfet merkezinde savaştan galib çıkan İ’tilâf Devletleri ile yüz yüze olmak ve onlar tarafından sıygaya çekilmek ve diğer taraftan Anadolu’yu istila eden Yunanlılara mukabele için mümkün ve mahrem vasıtalarla Anadolu’ya memur eylediğimiz Yâverlerimizden Mustafa Kemal’in ihâneti ve bize karşı takındığı isyankâr tavrı karşısında kalmıştım.
Bununla beraber aziz vatanımın menfaatleri için Kuvay-ı Milliye’nin sonradan şekil ve mahiyetinin değişeceği hususunda bende meydana gelen fikir ve kanaatlerime rağmen, yine fedâkârlık mesleğini tercih ve takip eyledim. Sırf bu sebep ve hikmet ile, millî gayelere itâatkâr kabineleri iktidara getirdim ve senelerce Kuvay-ı Milliyeyi takviye ettim ve gelişmesi için çalıştım.
Anadolu Zaferinin ne gibi tehlikeli şartlar altında tarafımızdan hazırlandığını gösteren belgeler ile Anayasa gereği saltanat makamının korunacağını tasvir eden diğer mühim evrak tesbit edilerek derlenmiş olduğundan, bunların dahi zamanı gelince umumi efkâra açıklanarak, İslâm’ın hizmetkârı veyahut yıkıcısı olanların teşhir ve tayin edileceğini temin eylerim”.
Nitekim vefâtını duyan Mustafa Kemal Paşa’nın şu sözleri de, bu cümleleri destekler mahiyettedir: “Çok namuslu bir adam öldü. İsteseydi, Topkapı Sarayı’nın bütün mücevherlerini götürür ve öyle bir ordu kurup dönerdi ki..”
Bu söylediklerimizin her satırı, arşiv belgelerine ve muteber kaynaklara dayanmaktadır. Tarihi düzeltmenin kimseye zarar vermeyeceğini düşünüyoruz.[1]
[1]- BA, DUİT, 76/3, Gömlek 65 (Mustafa Kemal Paşa bin Ali Rıza’ya Osmanî Nişanı verilmesi); DH-ŞFR, Dosya: 98, Belge nr. 98, Dosya: 99, Belge: 137, 231, 308, 328, 375, 387; Dosya: 101, Belge: 6; Dahiliye Nezâreti Umûr-ı Mahalliye ve Vilâyât Müdiriyeti Kalemi Analitik Envanteri (DH-UMVM), Dosya: 6/2, Belge: 40, 42; Dosya: 11/45-21, Belge: 1-68; DH-KMS, Dosya: 62, Belge: 8; Bardakçı, Murad, Şahbaba, Osmanoğullarının Son Hükümdarı VI. Mehmed Vahidüddin Han’ın Hayatı, Hatırları ve Özel Mektupları, İstanbul 1998, sh. 413, 416 (Bu sayfanın tamamı için bkz. sansürsüz 1. Baskı); Ayrıca kitabın tamamı, bu verdiğimiz cevabın en kuvvetli delilidir; Özsoy, Osman, Saltanat’tan Cumhuriyet’e Giden Yolda Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası, sh. 127-148. Diğer kaynaklara bu zikrettiğimiz kaynaklardan ulaşmak mümkün olduğundan daha fazla ayrıntıya girmek istemiyoruz.