Bu konunun girişinde açıkladığımız gibi, bağy suçunun unsurları tahakkuk etmediği takdirde, saltanat aleyhinde olanları, bâği olarak kabul edip idam ettirmek mümkün değildir. Yani had cezası olarak idam cezası tatbik edilmez. Ancak unsurları tam teşekkül etmese de, kamu düzenini (maslahat-ı âmme ve nizam-ı âlem) bozan bazı hareket ve fiiller, ulûl-emr tarafından tazir yoluyla ve idam cezasıyla cezalandırılamaz mı? Hanefi ve Hanbelî hukukçularının çoğunluğu, maslahat-ı âmme ve nizâm-ı âlem gerektirdiği takdirde, tazir yoluyla idam cezasının verilebileceğini kabul etmişlerdir ki, buna siyâseten katl denmektedir. Meselâ, livata suçu, Hanefi hukukçulara göre, had cezasını gerektiren bir zina suçu değildir. Ancak bu, hiç suç değildir anlamına alınmamalıdır. Bu suçun cezası, ulûl-emr tarafından tesbit edilir. Böylesine bir çirkef işi âdet haline getiren insanın, genel ahlâk, âdâb ve kamu düzeni icabı ta”zir yoluyla idam edilebileceğini İslâm hukukçuları kabul etmişlerdir. Aynı şekilde fiilen isyan etmese bile isyana hazırlandığı her halinden belli olan bir insanın, âmme maslahatı ve âlemin nizamı düşünülerek, tazir yoluyla idam edilebileceğini, Hanefi hukukçuların çoğunluğu kabul etmektedir[16]. İşte Fâtih Sultan Mehmed”in ”ekseri ulema tecvîz etmişlerdir” diyerek ifade ettiği durum budur. Ancak bunun için de, fesadın tahakkuku hususunda kesin delillerin bulunması icabeder. Eğer bir fâsık, fıkıh kitaplarında aranan fesadın kuvvetle muhtemel olması yani nizam-ı âlem şartına uymadan, sırf keyfî ve menfaati için böyle bir yola baş vuruyorsa, bu, kanunun ve fıkıhçıların vaz”ettiği siyâseten katl prensibinin hatası değil, belki şer”i bir hükmün suiistimalidir ve işlenen bir günahdır. Osmanlı Hukukunda nizâm-ı âlem, fesada sa”y edenleri men” ve maslahat-i âmme tabirleriyle ifade edilen durum, bugün devletin birlik ve beraberliği olarak ifade olunmakta ve bunun aleyhinde harekette bulunanlar, idam cezası ile mahkûm edilmektedir (TCK., md. 125 vd.). Şimdi bu hüküm, Türk Ceza kanununda bulununca adalet oluyor da, Osmanlı Kanunnamelerinde bulununca, Padişahın keyfî adam öldürmesi mi oluyor? Böyle bir iddia çifte standartlılık olur. Ancak bugün aynı madde suiistimal edilerek bazen masumların canları yakıldığı gibi, Osmanlı tarihi boyunca da, fıkıh kitaplarında aranan şartlar gerçekleşmeden infaz edilen idam kararları maalesef olmuştur. Bu suiistimal, elbetteki kötüdür ve yapanlar da manen mes”uldürler. Fâtih”in Kanunnamesindeki hüküm ise, fıkıh kitaplarındaki ifadelere uygundur.
Üzülerek ifade edeyim ki, konuyla alakalı fıkhî malumatı, Dede Efendi”nin Siyasetname”sinden naklettiğimizden, bazı safdillerin, bu görüşün Dede Efendi”ye ait olduğu ve onun da böyle bir fetvaya yetkili olmadığı, olsa bile onun fetvasının ne değer ifade edeceği şeklindeki yorumlarına şahit olduk ve üzüldük. Halbuki Dede Efendi, o meselede sadece fukahanın görüşlerini nakletmektedir. Bu sebeple konuyu biraz daha derinlemesine tahkik etmek ve uygulama örneklerinden bazılarını takdim etmek istiyoruz.
Önce Hanefi fıkıhçılarının son zamandaki en meşhurlarından olan İbn-i Abidin”in izahlarını özetleyerek zikredelim.
“Ta”zir Yoluyla Katl” başlığı altında bakınız ne güzel bir özetleme yapıyor:
“Ta”zir, katl ile de olabilir. İbn-i Teymiyye”nin Es-Sârim”ül-Meslûl adlı eserinde gördüm ki, diyor: Hanefi hukukçularına göre, livata, âlet-i câriha dışında adam öldürme ve benzeri suçlar tekerrür ettiğinde, imâm yani ulul-emr suçluyu katledebilir. Âmme maslahatı gerektirdiği takdirde, ta’zir yoluyla idam cezası verme esasını, Hz. Peygamber ve ashabının tatbikatına hamleden Hanefî hukukçular, bu uygulamaya siyâseten katl demektedirler… Soyguncular, yol kesenler, dükkân soyanlar, cemiyetin nizamını bozarak fesad çıkaranlar, zâlimler ve fesad çıkaranlara yardımcı olanlar, kısaca idam edilmesinde âmme maslahatı bulunanlar için de aynı hükümler geçerlidir”[17]. Delilsiz ve mesnedsiz bazı iddiaların aksine, bütün bu cezalar, ancak mahkeme kararı ve yargılamadan sonra mümkün olduğunu da, hem bütün fıkıh kitapları ve hem de Osmanlı kanunnameleri kaydetmektedirler[18].
İbn-i Abidin”in şu fetvası da bu meseleyi gayet açık bir şekilde vuzuha kavuşturmaktadır:
“Soruldu: Fesad çıkaran, jurnalcilik yapan, yeryüzünde fesad için koşuşturan, insanlar arasında şer ve fitne uyandıran, bâtıl yollarla insanların mallarını zabtetmeye gayret eden insanların canlarına kıyan ve hülasa eliyle ve diliyle müslümanları her zaman rahatsız edip de bu huyundan da idam dışında hiç bir ceza ile vazgeçmeyen bir adamın hükmü nedir?
Cevap: Böyle olduğu kesin ise ve yalan söylemeleri mümkün olmayacak kadar çok müslüman da bunu tasdik ediyorsa, katledilir ve şerrini Allah”ın kullarından def” ettiği için vesile olana sevap ve mükâfât verilir”[19].
İşte bu ve benzeri fıkıh kitaplarındaki şer”î hükümleri nakleden ve kaynaklarını da teker teker gösteren Dede Efendi”nin Siyâsetnâme tercümesinden bazı parçalar şöyledir:
“Nizâm-ı memleketin bozulmasına sebep olan, fitne ve fesada teşvik edenler, bu şenî’, fiilleri bizzat işlemedikleri vakitlerde dahi, katledilebileceklerine fetva verilmiştir.
Ayrıca ulul-emre tanınan bu siyâset hakkının tatbiki için bil-fiil fesadın tahakkuku ve sebeb-i âdî olan şahsın fil-hakika şerîr ve müttehem olması da şart değildir. Zira vukuundan evvel def”-i fesâd, vukuundan sonra ref”inden daha kolay olduğu müsellemdir. Bir bid”atçının bid”atının yayılacağından korkan dindar Padişahın kulları ondan korumak ve nizam-ı âlem için, o mübtedi”i katl ve idam etmesi câizdir”[20].
“Nizâm-ı âlem için şer ve fesadını def”etmek üzere, ehl-i fesadı darb, te”dîb, nefy, tağrîb, hapis ve hatta katl ve idam tarzında ta”zir yoluyla cezalandırmak meşru ise de, tek kişinin veya yalancıların jurnali ile bu yola girmek câiz değildir. Fesâda gayret ettiği ve sebep olduğu şer”an sâbit olmalıdır. Osmanlı Şeyhülislâmlarının fetvalarından anlaşılan da budur”[21].
Dede Efendi’nin çok zayıf fetvâları da esas alarak, kardeş katlinin sınırlarını genişlettiğinni biz de farkındayız. Zaten bazı kardeş katli olaylarının şartları gerçekleşmeden yapıldığı biz de kabul ediyoruz. Ancak meselenin hukukî yönünü ortaya koymak için bunları da nakletmek durumundayız.
Şimdi de aynı mes’eleyi fıkıh kitaplarındaki şartlara göre tanzim eden, Osmanlı şeyhülislâmlarına ait bazı fetvaları orijinalleri ile zikredelim:
1. “Minh”ül-ısmetü vet-tevfik
Bu mes”ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
Zeyd”in âdet-i müstemirresi sâ”î bil-fesâd olduğu şer”an sâbit olub ve ibâdullaha mazarratı icabeder mevâdd-ı münkerâtın dahi kendüden sudûrı tevâtüren isbât olundukda,Zeyd-i müfsid-i merkûmun vech-i arzdan izâlesiyçün katli meşrû” mudur? Beyân buyurula.
El-Cevâb: Meşrû”dur; emr-i veliyyül-emr munzam ise.
Harrereh”ul-Fakîr Hacı Muhammed El-Müfti Bi Harpud-Ufiye Anhu.
Kaynak teşkil eden ibarelerin tercümesi:
“Kim bunu âdet haline getirirse, idam edilir. Zira o yeryüzünde fesad için sa”y etmektedir. Katl ile şerri def” edilir. Dürer ve Gurer”
“Gayr-i meşru işlerin katl ve idam cezası ile def”ine, imam (sultan) ve hulefâsı daha evlâdır. Zira onlar siyâseti daha iyi bilirler. Vecîhüddin”in Meşârık”ul-Envâr şerhinden”[22].
2. “Bu mes”ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
Zeyd-i vâlinin mühîn-i devlet ve bî gayr-i hak nice kimesnelerin mallarını ahz edüb zulüm âdet-i müstemirresi olub sâ”i bil-fesad olsa, Zeyd”e ne lâzım olur? Beyân buyurula.
El-Cevab: Vallahu A”lem. Emr-i veliyyül-emr ile katl olunur.
Ketebehu”l-Fakir Abdurrahim-Ufiye Anh-”[23].
3. “Bu mes”ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
Huddâm-ı Saray-ı Hümâyûndan Zeyd, âlet-i câriha ile Amr”i amden derûn-ı Saray-ı Hümâyûnda bi gayr-ı hak cerh ve katl eylese, Sultân-ı enâm-nasarahullâh”ül-Melik”ül-Allâm-Hazretleri Amr”in âhar diyârdan veresesi gelüb hâzır olunca tevakkuf olunduğu takdirce, câiz ki, Zeyd halas olmağla min ba”d sâir huddâm-ı Saray-ı Hümâyun bu makûle fesada ictirâdan tehâşî etmemeleriyle nizâm-ı dâire-i Devlet-i Aliyye”ye halel tatarruk edüb bu takdirce sâir tabiatlarında fesâd merkûz olan yaramazlar ızhâr-ı fesâda tecâsür üzere olmalarıyla emn mürtefi” olub nizâm-ı âlem muhtel ve ibâdullah mutazarrır olur deyu Amr”ın veresesi zuhûruna tevakkuf buyurmayub sıyâneten lil-ibâd kâtil-i mezbûrı katl etmeği re”y buyurub vech-i meşrûh üzere siyâseten katl etmeleri meşrû” mudur? Beyân buyurula.
El-Cevâb: Vallahu A”lem Meşrû”dur.
Ketebehu Abdullah el-Fakir-Ufiye Anh-”[24].
4. Şartları yerine gelmeyen bir olayın reddi için de şu fetvayı zikredebiliriz:
“Bu mes”ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
Bilâd-ı İslâmiyeden bir belde ahalisinden birkaç bile kimesnelerin nefy ve iclâlarıyçün taraf-ı saltanat-ı aliyyeden fermân-ı âli sâdır ve mübâşir ta”yin olunub mübâşir vardıkda ba”zı müfsid kimesneler bile ahalisinden kırk elli nefer kimesnelerin katline ferman gelmiş deyu halka işâ”at ve ismâ” etmeleriyle ahali bile havfe düşüb vâli-i vilâyet üzerine tecemmu” ve nefiylerine ferman olunan kimesneleri mübâşir elinden alub ferman-ı âlîye adem-i itaat gösterdiklerinden içlerinden bazıları nush ve pend etmekle yine menfîleri mübâşire teslim edüb ferman-ı âlî icra olunsa, mezbûrlar bu mertebe ile sâ”i bil-fesâd olub şer”an katilleri lâzım olur mu? Beyân buyurula.
El-Cevab: Vallahu A”lem olmaz. Mezburlar bi gayr vech tecemmu” ve taraf-ı saltanattan memur olan mübâşir elinden adam alub vâlilerine ve ferman-ı âlîye itaat etmedükleri içün eşedd-i ta”zir ile ta”zir ve salâhları zâhir olunca habs ve içlerinde muzırr”un-nâs olanlar re”y-i veliyyül-emr ile tağrib ve nefy ve iclâ olunmağla iktifâ olunur. Sâ”î bil-fesadın zu”afaya zulm etmek adet-i müstemirresi olub ve mevâdd-ı zulmu ve sa”y bil-fesadı şer”an sâbit olmağa muhtâcdır.
Ketebeh”ul-Fakir Abdullah-Ufiye Anh-”[25].
5. “Bu mes”ele beyânında Eimme-i Hanefiyeden cevâb ne vechiledir ki;
Bilâd-ı İslâmiyyeden serhad olan bir belde sükkânından (?) olub hilâf-ı emr-i Padişah ve muhill-i nizâm-ı âlem hareket ettiğinden gayrı ikâz-ı fitne ve fesâd-ı azîme müeddî emre sülûk edüb sâ”î bil-fesâd olan Zeyd-i şakînin şerrini ibâdullah üzerinden def” içün emr-i velliyy”ül-emr ile katl olunmak meşrû mudur? Beyân buyurula.
El-Cevâb: Vallahu A”lem meşrû”dur.
Ketebehu”l-Fakîr Es-Seyyid Asım El-Müftî Bi Babadağı-Ufiye Anh-”[26].
Konuyu tarih ilmi ve devlet siyâseti açısından değerlendiren bir araştırmacının görüşlerini özetleyerek verip bitirelim: Osmanlı Devleti”ni tehdid eden en büyük tehlike, yabancılara sığınan şehzâde veya diğer hânedan mensuplarının, tahtın mirasçısı olduklarını iddia etmeleri ve başta Bizans ve İran olmak üzere, düşman ülkelerin de bu fırsattan yararlanmak arzusudur. Osmanlı sultanları ve bilhassa Hz. Peygamber”in senâsına mazhar olan Fâtih, ülkenin parçalanıp, bunun kimlere yarayacağının ve i”lây-ı kelimetullâh hizmetinin nasıl sekteye uğrayacağının çok iyi farkında idiler. İşte onlar, böyle bir duruma fırsat vermemek için, şeyhülislâmdan aldıkları fetvalarla, kardeşlerini bile feda etmişlerdir. Bazan şer”î esasın tatbikinde, araya giren jurnalcilerin te”siriyle hata etmiş olabilirler. Ancak kendilerini, İslâm dinini dünyanın her tarafına yaymayı gaye edinen, ilây-ı kelimetullâhın en büyük temsilcisi kabul etmişlerdir. Fâtih”in Anadolu birliğini sağlamak gayesiyle Uzun Hasan üzerine giderken, “vâlidem” diye hitâb ettiği bu Akkoyunlu hükümdarının anası Sâra Hatun”a verdiği cevap çok manidardır. Trabzon üzerine giderken yollarda her türlü zahmete göğüs geren ve bazan atından inip yaya yürümek zorunda kalan Fâtih”e Sâra Hatun”un “Oğul, ufacık Trabzon için tatlı canına bu kadar eziyet değer mi?” şeklindeki sözünü, İstanbul Fâtih”i: “Valide, Seyf-i İslâm bizim elimizde, cihâd sevâbına nâil olub, Allah”ın rızâsını tahsilden başka gayemiz yoktur.” şeklinde cevablandırmıştır. “Bu hânedânın maksad-ı a”lâsı, ilây-ı kelimetullâh”dır” ifâdesi de Fâtih”e aittir. Netice olarak, kardeş katli meselesini, keyfî iradeyi hâkim kılmak şeklinde değil, nizâm-ı âlemi devam ettirmek için şer”î hükümlerin tatbiki tarzında değerlendirmek icabeder[28]. Vatana ihânet suçunun her hukuk nizamında idamla cezalandırıldığını da unutmamak gerekir.
Bu soruya cevap verebilmek için bazı önemli tatbikat örneklerini incelemek icab etmektedir. Ancak tatbikatta suiistimallerin yapıldığını, gayr-i meşru çok idamların icra edildiğini ve gayr-i meşru fiillerin ehliyetsiz bir kısım fakih ve kadılar tarafından meşrûiyet kalıbına sokulduğunu, yine tarih bize göstermektedir. İsterseniz Bediüzzaman’ın tesbitlerini tekrar ettikten sonra bazılarına beraberce bir göz atalım:
[17] İbn-i Abidin, Redd’ül-Muhtar, Mısır 1966, c. IV, sh. 62-65.
[18] İbn-i Abidin, IV/65.
[19] İbn-i Abidin, El-Ukûd’üd-Dürriyye, I/101.
[20] Şeyh Mehmed Arif, Terc. Siyâsetname, sh. 6, 25-28.
[21] Tercüme-i Siyâsetnâme, 29-30.
[22] Topkapı Sarayı Arşivi, No: E. 12079/18.
[23] TSA, No: E. 12079/ 7.
[24] TSA, No: 12079/11.
[25] TSA., E. 12079/5.
[26] TSA., E. 12079/13.
[27] Bediüzzaman, Lem’alar, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, sh. 337-338.
[28] Özcan, Abdulkadir, Fatih’in Teşkilat Kanunnamesi, 24 – 25.
[29] Hüdâvendigâr Kanunnâmesi, md. 30 (Barkan, Kanunları, 5).
[30] Özcan, 20.
[31] Bediüzzaman, Lem’alar, İstanbul 1995, Sözler Yayınevi, sh. 337-338.
[32] İbn-i Kemal, Tevârih-i Al-i Osman, Defter I, sh. 129; Aktan, Ali, Osmanlı Hânedânı İçinde Saltanat Mücadelesi ve Kardeş Katli, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Ekim 1987, sy. 10, sh. 8.
[33] Aktan, 8-10; Hoca Sa’adeddin Efendi, Tac’üt-Tevârîh, I/156-158.
[34] Krş, Aktan, 10-11.
[35] Krş. Aktan, 10-12.
[36] Krş, Aktan, 12-14.
[37] Krş, Aktan, 14-15.
[38] İbn-I Kemal, VII. Defter, sh. 8-9.
[39] Aktan, 15-16.
[40] Aktan, TDTD, 1987, sy. 11, sh. 45-47.
[41] Aktan, 47- 48.
[42] Krş. Aktan, 48-49.
[43] Krş. Aktan, 49-50.
[44] Aktan, 50 vd.