Tarihin en eski çağlarından itibaren kıtalararası en önemli geçit yerlerinden birinde olan İstanbul”un halkı çeşitli bir biçimde oluşmuştu. ilkçağda başlayan bu çeşitlilik Hıristiyan Bizans imparatorluğu devrinde de devam etti. Burada Yunanlılar dışında Balkan ülkelerinden gelenler, başta İtalya olmak üzere batı ülkeleri insanları, kuzeyden inen Ruslar ve hatta Araplar ve Ermeniler de yaşıyorlardı. Çeşitli ırk, dil, din ve milliyetlere mensup bu insanların arasında Avrupa”nın kuzeyinden, İskandinav ülkelerinden gelen Vikinglere bile rastlanabiliyordu.
Cadde-i Kebir”den İstanbul mozaiği… Frenk Mösyö, Müslüman Hamal, Mevlevi dervişi… Bu insan topluluklarının şehrin belirli yerlerinde topluca yaşadıkları bilinir.
Bu değişik insan topluluklarının şehrin belirli yerlerinde topluca yaşadıkları bilinir. Batılı Latinlerin bir mahallesi olduğu gibi, Rusların toplu oldukları bir Rus mahallesi ve hatta çarşısı vardı. İslam ülkelerinden gelenlerin ise şehrin kesin olarak bilinemeyen bir yerinde yaşadıkları ve hatta burada bir de ibadet yerlerinin bulunduğu kaynaklardan öğrenilir. Fakat bu mescidin yeri pek aydınlığa çıkarılamamıştır. Nerede olabileceği hususunda değişik görüşler vardır.
Fakat şu bir açık gerçektir ki, Galata”da bugün hala duran Arap Camii adı verilen büyük mabedin, sanıldığı gibi Araplar ile bir münasebeti yoktur. Burası 13. yy.da Cenovalılar tarafından yapılmış Gotik üslupta bir kilise olup fetihten sonra camiye dönüştürülmüştür. Eğer fetihten önce Bizans”taki mescidin yeri hakkında bir bilgi olsaydı fethin hemen arkasından burada muhakkak bir cami yapılırdı. Fetihten sonra İstanbul”daki Bizans artığı Rumlar belirli bazı mahallelerde kaldıkları gibi, şehrin iskanı için Fatih Sultan Mehmed tarafından, fethedilen çeşitli ülkelerden insanlar göç ettirilip boşalmış bir haldeki şehrin içine yerleştirilmişlerdi. Nitekim, Fatih semti yakınındaki Karaman mahallesi adını buradan gelenlerden alır. Bu iskanda yerleşenlerin arasında Hıristiyanlar da vardı. 1460”larda Amasra alındığında, buradaki Hıristiyanlar şehrin bilinmeyen bir yerine yerleştirilmişti.
Gedik Ahmet Paşa Kırım”da Kefe”yi aldığında oradaki Hıristiyanları İstanbul’a getirmiş ve bunlar Edirnekapısı dolaylarında Karagümrük semtine yerleştirilerek kendilerine iki de kilise verilmişti. Osmanlı tarihi boyunca şehrin renkli iskan karakteri varlığını sürdürdü. Orta Anadolu”da anadilleri ve adları Türkçe olan fakat yazılarını Grek diliyle yazan Ortodokslar şimdi adı Koca Mustafa Paşa olan Samatya semtinde toplanmışlardı. Bunların sur dışındaki Balıklı manastırı avlusundaki mezar taşları hep Grek harfiyle Türkçe’dir. Şehrin güney tarafında Kumkapı ve Samatya taraflarında Ermeniler bulunuyordu ve bunlara da Fatih”in fermanıyla Peripleptos Kilisesi bağışlanmıştı. Esas Rum zenginleri ise Haliç kıyılarında yaşıyorlardı. 18. yy.dan itibaren burada içleri çok süslü yalılar inşa etmişlerdi. Fenerli Rumlar olarak adlandırılan bu zümre, Osmanlı devletinin kendilerine bağışladığı imtiyazlar ve haklar sayesinde inanılmaz mevkilere ve zenginliklere ulaşmıştı. Fener kıyısındaki Rumların Balat”a doğru komşuları Musevilerdi. Fakat aynı semtin içinde Ermeniler de vardı.
Daha yukarıda Edirnekapısı”na doğru Rum mahallesi daha fakir evleri ile uzanıyordu. Edirnekapısı ile Haliç arasındaki yamaçta 18. yy. başlarına kadar Osmanlı devletine tabi bir idareye sahip olan Romanya”daki Eflak ve Boğdan voyvodalarının sarayları bulunuyordu. Galata ise genellikle eski Ceneviz artıklarıyla birlikte, ””Levanten”” adı verilen, Türklerin ise ””tatlı su Frenkleri”” dedikleri İtalyan, Fransız, Maltalı ve diğer Batı Avrupalı insanların yerli Hıristiyanlarla kaynaşması sonucunda oluşmuş bir topluluktan meydana gelmişti. Bu arada 15. yy. sonunda İspanya”dan göç eden Yahudileri ve Endülüs”ün yok edilmesiyle buraya sığınan Müslüman Arapları da unutmamak gerekir. Aralarında Karaylar denilen Hazarların kalıntısı Musevi Türklerin de bulunduğu Yahudiler Karaköy Yüksek kaldırım ve Hasköy taraflarına yerleşmiş bulunuyorlardı.
Kuzguncuk”ta kilise ile cami yanyana…
Bu çok değişik yabancı dinlere mensup insanların mahallelerin arasında Müslüman Türklerin de mahalleleri vardı. Zamanla bazı Hıristiyan yerleşim yerlerinin yavaş yavaş boşalarak buraların da Türkler tarafından iskan edilmeye başlandığı görülmüştür. Karagümrük yakınında Ermeni ve Ceneviz Katoliklerin mahallesi 17 .yy.”da boşalmış ve buradaki iki kilise Kefeli ve Kemankeş Mustafa Paşa (Odalar) Mescidi İslam ibadetine tahsis edilmiştir. Türklerin Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih vs. semtlerinde yerleşmeyi tercih ettikleri ve ileri gelenlerin buralarda çok büyük muhteşem ahşap konaklar yaptırdıkları bilinir.
Fakat bunlardan hiçbiri günümüze gelememiştir. Aralarda ise daha orta halli Türklerin ufak, yine ahşap evlerden oluşan mahalleleri vardı. İstanbul tarafının gittikçe yoğunlaşan Türk karakteri zaman zaman yangınların tahribine uğrayıp yeniden doğarken Galata Levanten bir Akdeniz bölgesi şehri karakterinde gelişiyor ve Galata surları taşarak Beyoğlu semtini oluşturacak şekilde yayılıyordu. Beyoğlu ise, bilhassa 19. yy. sonlarına doğru tiyatroları, eğlence yerleri ve hatta Rumların kurdukları akademi karakterindeki bir bilim kurumu ile bir Batı Avrupa şehri gibi oluşmuş ve burada çeşitli elçilikler yerli Hıristiyan ve yabancı Levanten insanların bu semtte yoğunlaşmalarına yol açmıştır. İstanbul”un bu renkliliği 20. yy.ın içlerine kadar sürebilmiştir.
İstanbul Bülteni sayı:139 Tarihte İstanbul s.16-17
‘, ‘2003-06-15 00:00:00’, 5221, 4, 1, 1, ”), (308, ‘İstanbul Yangınları Üzerine ‘, ‘
‘, ‘2003-06-15 00:00:00’, 5221, 4, 1, 1, ”), (308, ‘İstanbul Yangınları Üzerine ‘, ‘
İstanbul”un çok geniş alanlarını tahrip eden büyük yangınlar bütün Türk dönemi boyunca sürüp gitmiştir. Bunlar hakkında kısa açıklamalar ile kronolojik listeler düzenlendiği bilinir. Belediye mektupçusu Osman Nuri Ergin’in belediye ile ilgili çeşitli konulara dair büyük eserinin ilk kısmında yangınların bir listesi bulunduktan başka, Alman Arkeoloji ve Sanat Tarihi uzmanlarından A-M. Scheneider tarafından da Bizans ve Osmanlı dönemlerini içine alan bir liste yayınlanmıştır. Bu konu hakkında daha etraflı olarak büyücek bir makale de Mustafa Cezar’ın kalemiyle tekrar işlendikten başka, o tarihlerde itfaiye Müdürlüğü1nde görevli Tarık Özavcı tarafından yazılan bir kitapta önceki yayınlarda bahsi geçmeyen 1923’ten sonraki yangınlara dair bazı bilgiler verilmiştir.
Bu yangınlardan sonra şehrin topografyasında büyük değişiklikler olmuş, genellikle enkaz kaldırılmayıp zemine bastırıldığından toprak kotu yükselmiş, bilhassa yakın tarihli yayınlardan sonra da yeni düzenlemeler yüzünden sokak dokuları değiştirilmiş ve yeni caddeler açılmıştır. Bu planlamalarda tarihi eserlerin durumuna fazla dikkat edilmediğinden, birçok tarihi eser parsellerin içinde kalmış veya yeni açılan sokak veya caddelerin üstünde bulunduğundan yıktırılmaları gerekli görülmüştür. 1918 Cibali-Fatih yangınından sonra, o bölgedeki bilhassa tarihi çeşmelerin yeni yapılacak evlerin parselleri içinde kaldığı görülmüştür. Bu yüzden çok değerli bazı çeşmeler yıkılıp ortadan kaldırılmıştır. Nitekim Kız taşı’nın az ilerisinde İskender Paşa Camii yakınında Sultan I. Mahmud”un hayratı olan Barok üsluptaki çeşme bütünüyle yıkılmış, yerine bir apartman inşa edilmiş, çeşmenin parçalanan mermerleri ve şair Neyli Çelebi tarafından düzenlenen ve Harem Ağası Hattat Beşir Ağa”nın yazdığı uzun kitabesi parçalanıp gitmiştir. Yine aynı bölgede; yerine yeni bir apartman yapılmak üzere yıktırılan bir evin duvarları içinden güzel bir 17.yy. çeşmesinin çıktığı hayretle görülmüştür.
Yangın sonrası yeni sokak ve cadde dokularının düzenlenmesi sırasında aslında yanmamış durumdaki Çoban çavuş Camii bir yeni caddenin tam ortasında bırakılmış ve arkasından da yıktırılması gerekli görülmüştür. Eski bir fotoğrafta, şimdi Aksaray”da yol yoncalarının bulunduğu yerde yanık küçük bir caminin bulunduğu görülür.
Bunun gibi uygulamaların tehlikeli bir örneği de Fatih külliyesinin komşusu olan Hafız Ahmet Paşa Külliyesi”nin başına gelenlerdir. Evvelce yanında medresesi olan ve kütüphanesi, sebili ve türbesi ile bir külliye teşkil eden bu eser, yeni parsellemede yok farz edilerek yeri ve etrafı satılmış, yanık caminin de, köşesinin büyük bir kısmı yeni açılan caddede bırakılmıştır. Böylece onun da günü geldiğinde yıkılıp kaldırılacağı düşünülmüştür. Bu manzume bakımsız harabe halinde dururken 1960-61”de medrese ile caminin bir kısmı, belediye tarafından yine Sakarya öğrenci yurdu binası inşa edilmek üzere satılmıştır. Ancak son dakikada bu işlemin gerçekleşmesi durdurularak medrese ve cami kurtarılmış ve türbe ile sebilin de restore edilmesi suretiyle eserin bütünlüğü sağlanmıştır. Bugün içinde ibadet edilen cami ne yazık ki caddeye bir köşesi çıkmış durumda yaşatılmaktadır.
Yangınlarda eski eser kaybı yalnız vakıf eserlerde olmamıştır. Nice güzel evlerin ve muhteşem konakların kül olup gittikleri bilinir. 1911”de Mercan yangınında ve o tarihe kadar Erkan-ı Harbiye binası olan Batı üslubunda muhteşem bir saray olan Ali Paşa Konağı yanmış, duvarları uzun süre durmuş ve restore edilip tekrar kullanılabilecekken Fahrettin Kerim Gökay zamanında temellerine kadar yıktırılmıştır. Fatih”te Kıztaşı”na komşu olan, adını şimdilik hatırlayamadığımız yakın tarihe ait yine bir Paşa konağının içini bütün eşyasıyla gösteren fotoğraflar günümüze kadar gelmiştir. Burmalı Mescit yakınında yazar Sermet Muhtar Alus”un baba ve dedesine ait konakların da dışının bir kısmını gösteren fotoğraflar günümüze kadar gelmiştir.
20.yy. içlerinden itibaren çirkin beton binaların yükselmeleriyle İstanbul ateş afetinden büyük ölçüde kurtarılmış olmakla beraber, ona ayrı bir ruh veren özelliğinden de çok şey kaybetmiştir.