Dr. Süleyman Berk
Hat sanatına ilgi duymaya başladığım 1970”li yılların sonu ve 1980”li yıların başında, ismini en çok duyduğumuz hattatların başında merhum hattat Hâmid Aytaç gelirdi. Şüphesiz, Osmanlı bakiyyesi olarak, hayatta olan tek hattat olması, onu nazarlarımızda efsâne isim haline getirmişti. O sıralar talebesi olduğum Gaziosmanpaşa İmam-Hatip Lisesi”nde ders aldığımız, aynı okul talebesi hocamızın da hattat Hâmid Bey”in talebesi olması ve devamlı ondan bahsetmesi merakımızı kamçılıyordu. Osmanlı bakiyyesi bir insan, bir de hattat olursa acep nasıl biri olmalıydı? Muhayyilemizde hayranlıkla beraber, çocukluğun da verdiği bir hisle, ulaşılmaz efsâne bir isim canlanıyordu.
Hâmid hocanın İstanbul”daki hayatı Cağaloğlu”nda geçmiştir. Ankara Caddesi”nde Reşid Efendi Hanı onun hayatının neredeyse tamamının geçtiği mahaldir. Bendenizin çocukluk ve gençlik hayatı, pederimin görevi dolayısıyla Sultanahmed”te geçti. Mahal olarak Hâmid Bey”e yakın olmama rağmen çocukluk sâiki ile yanına gitmeye bir türlü cesaret edemiyordum. Gerçi kaldığı yeri tam olarak bildiğimi de zannetmiyorum.
Yanlış hatırlamıyorsam 1980 yılının ilkbaharında Yusuf Sezer beni yanına alarak hocaya götürdü. O günkü heyecanımı unutamam. Reşid Efendi hanının kemerli kapısından içeri girince karşımıza çıkan genişçe bir avlunun sağ tarafında sekiz-on basamaklı bir merdivenden çıkıp içeri girince, sol tarafta bulunan bir kapıyı çalarak içeri girdik. Tek pencereli on metrekarelik bir oda… Odanın sağ tarafında hocanın istirahat ettiği bir divan, pencerenin önünde hafif eğik genişçe çalışma masası, ısınma için başına basit bir başlık takılmış ufak tüp, toplam üç kişinin sığabileceği ve asla güneş görmeyen bir oda. Hocayı, resimlerde de görülen siyah kalın çerçeveli gözlük, kamburca masaya eğilmiş, soğuğun tesiriyle palto ile çalışma masasında oturmakta olduğu halde bulduk. İçeri girdiğimizde hafifçe başını kaldırıp dönerek bize baktı. Evvelâ Yusuf Bey daha sonra ise ben elini öptük, Yusuf Bey”i kahvaltı yapmak için birşeyler almak üzere pastahaneye gönderdi. Hoca ”yı ziyaret ettiğimizde bir tuğranın dış beyzesi üzerinde çalışmakta idi. Kamış kalemin cızırtılı ilerleyişini ilk defa onun kaleminde görmüştüm. Kamış kalem bir usta hattat elinde ne de güzel yürümekteydi. Tarih konan odayı, az da olsa duvarda asılı birkaç yazı levhasını dikkatli ve meraklı gözlerle seyretmişttim. Beş-on dakikalık ziyeratten sonra tekrar hürmetlerimizi arzederek ayrılmıştık. Aynı odayı yıllar sonra, 1996 yılnda hattat Mehmed Özçay”la beraber ziyaret etmiştim. Bu sefer odanın tavanı göçmüş ve metruk bir haldeydi.
İkinci ve üçüncü defa hocayı yine Yusuf Sezer”in delâletiyle, rahatsızlığı dolayısıyla yatmakta olduğu Haydarpaşa Numûne Hastanesi”nde ziyaret etmiştim. Hoca, Yusuf Bey”e birtakım isimler vererek onları aramasını ve hastahanede bulunduğunun haber verilmesini istedi ve insanların vefasızlığından şikâyet etti. Rahmetliyi bir daha ziyaret etmek nasip olmadı. 19 Mayıs 1982 günü belediye otobüsüyle okula giderken karşılaştığım bir sınıf arkadaşım acı haberi vermişti. Okul”dan izin alarak doğruca Şişli Camii”ne cenaze namazına gittim. Kalabalık sayılmayacak bir cemaatle kılınan namazdan sonra hocayı Üsküdar Karacaahmed Mezarlığı”nda, hattat Şeyh Hamdullah mezarı yakınına defnettik.
1984 yılında Bağlarbaşı”nda İlâhiyat Fakültesi”ne kaydolunca zaman zaman Karacaahmed”e hocanın kabrine gider fatiha okurdum. Bu arada Hamid Bey”in onbeş-yirmi metre yan tarafında bulunan Şeyh Hamdullah”ı da mutlaka ziyaret eder dualar okurdum. Hâmid Bey”in kabri yıllar yılı metruk bir halde, başucunda bir iz, nişane bulunmaksızın öylece kaldı durdu. Yıllar sonra, 08. Mayıs 1997 Perşembe günü, Üsküdar Belediyesi himayesinde, Belediye Başkanı Sn. Yılmaz Bayat, üstad M. Uğur Derman, hattat Hasan Çelebi, hattat Mehmet Özçay, hattat Efdaleddin Kılıç, hattat Tevfik Kalp üstadın talebeleri Fuat Başar, İsmail Yazıcı, Muhsin Demirel ve isimlerini hatırlayamadığım ve bilemediğim birçok zevatın katılımı ile nakl-i kubûr yapılarak, bakiyye-i izâmı, hattatların kıblesi, şeyhu”l-hattâtîn Şeyh Hamdullah”ın ayakucuna defnedildi. Yaklaşık bir yıl sonra da hatat Hasan Çelebi hattı ile başucuna bir taş dikildi.
HALİM EFENDİ”YE HOCALIĞI
Hâmid Bey”le ilgili tasrih etmek istediğim diğer bir konu ise, hattat Halim Efendi”ye hocalığı ile alâkalı husustur. Bilindiği üzere Hâmid Bey bir ara Gülşen-i Maarif isimli özel bir rüşdiyede hat hocalığı yapmıştır. O sıralar bu mektepte talebe olan küçük Halim Özyazıcı”ya da yazı meşketmiştir. Bugüne kadar kaynaklarda, Hâmid Bey”in Gülşen-i Maarif”te Halim Bey”e sadece rik”a dersi verdiği yazılıdır. Oysa, 2000 yılı sonlarında ortaya çıkan Halim Bey”in yazı terekesindeki bir belgeden, Hâmid Bey”in Halim Efendi”ye rik”a yanında sülüs, nesih ve celî dîvanî dersi verdiğini anlamaktayız. Bu belgede dikkati en fazla yazı sülüsle yazdığı “rabbiyessir” duasıdır. Hattat Halim”in ileride nasıl kudretli bir hattat olacağı bu yazıdan belli olmaktadır. Gayet sağlam ve metin bir elin yazdığı belli olan bu yazı hemen göze çarpmaktadır. Yine rik”a yazıdaki keskin ve kararlı çizgiler de dikkat çekici güzelliktedir. Belgenin solt alt kısmında Hattat Hamid”in -o zaman ki ismiyle- Musa Azmi imzası ve üst tarafta “şâyân-ı takdîr” ifadeleri yer almaktadır.
Bugün artık Rahmet-i Rahman”a kavuşmuş ve tarihteki kıymetli yerlerini almış her iki üstada da Cenâb-ı Hak”tan dualar niyaz ediyoruz. Yine Mevlâmız”dan temennimiz kendilerine lâyık yeni üstadlar yetişmesi, bayrağın yere düşmemesidir. Türkiye”de ve dünyada hat sanatına alâkanın artması ve ehliyetli insanların yetişmesi bu iki üstadın ruhlarını şâdân edeceği muhakkaktır.