Nüfusu on milyonu geçen İstanbul acaba eskiden nasıl temizleniyordu? Osmanlı döneminde de çöp problemleri var mıydı? Temizlik işleri kimler tarafından ve nasıl yapılırdı? Toplanan atıklar gömülüyor muydu, yakılıyor muydu? Yoksa atılıyor muydu, satılıyor muydu? Hem mevzuyla alakalı belge ve fotoğraflar var mıydı?
İşte, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İSTAÇ A.Ş. tarafından çıkarılan “Osmanlıda Çevre ve Sokak Temizliği” isimli bir kitap bütün bu sorulara dolu dolu cevap verdi. Bu konuda yapılan ilk çalışma özelliğini de taşıyan katalog, eski arşiv evrakları ve Evliya Celebi’nin Seyahatnamesi’nden ilginç notlarla da zenginleştirildi.
Fatih’in hassasiyeti
Fatih Sultan Mehmed vasiyetnâmesinde, “İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim. Bunlar ki, ellerinde bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu hâlde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye yirmişer akçe alsınlar… Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tâyin eyledim. Bunlar ki ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası orada mümkün ise şifâyâb olabilir. Değil ise kendilerinden hiç bir karşılık beklenmeksizin hastanelere kaldırılarak orada salâh buldurulabilir” demektedir ki Osmanlının temizlik ve sıhhate verdiği önemin müşahhas bir delilidir.
‘Çöp Çıkaranlar’
Osmanlı’da şehrin temizliğini, Subaşı’nın emrinde çalışan “çöpçü subaşı” yapmakta ve denetlemekteydi. Çöpçübaşı sokakları acemi oğlanlarına temizletirdi. Bu çöpçülerin sayısı bin kadardı ve garip kıyafetleri olup, matruş ve keçe külahı giyerdiler. Çöplük subaşısı, onlara İstanbul sokaklarındaki bütün çöp, hayvan pisliği ve kalıntıları toplatırdı. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre, sepetlerde toplanan çöpler deniz kenarlarında çamur teknelerinde ayrılır, içinde akçe, mangır veya işe yarar başka şeyler bulunursa bunlar çalışanların olurdu. Çöplük Subaşısı’nın denetiminde çalışan çöpçülere “çöp çıkaran” da denilmekte idi. Bu kimseler sokaklardan geçerken “çöp çıkaran, çöp çıkaran” diye bağırırlar, arkalarında bir küfe ile sokakları dolaşır, birikmiş çöpleri küfelerine doldurarak denize atarlardı. O devirde sanayii artıkları olmadığı için çöpler suda erir gider deniz kirlenmezdi. Hükümet, Beyazıt, Sultanahmet Meydanı gibi meydanları yılda bir iki defa angarya suretiyle İslâm olmayanlara temizletilirdi. Saray ve etrafının temizliğini ise “mezbelekeşin” ismi verilen kimseler yapardı.
Çarşı temizliği
Çarşı temizliğinden çarşı esnafı, mahalle aralarının, meydanların, sokakların temizlenmesinden ve mesken çöplerinin toplanmasından arayıcı teşkilatı sorumluydu. Çarşı temizliği için yapılacak harcamalar “avarız sandığı” denilen esnaf sandıklarından karşılanıyordu. Çöpçülük ve lağımcılık gibi hizmetler Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre ekseriyetle Ermenilere gördürülürdü. Mahalle temizliği ise, İslami bir gereklilik sayıldığından, sorumluluğu mahalle imamına bırakılmıştı. Temizlik konusunda çok hassas olan Osmanlı, işi kaytaran temizlikçi ve süpürgecileri kürek cezası ile korkuturdu. Çöplük subaşıları gündüzleri kol gezerek çarşı pazarın, mahalle aralarının temizliğine dikkat etmek, bozulmuş kaldırımları tamir etmek, harap binaları Mimarbaşına haber vermek gibi görevleri vardı.
Ahali-i muhtereme…
İstanbul Belediye Başkanı Cemil Topuz Paşa, 23 Mayıs 1919 yılında Vakit Gazetesi’nde Türkçe, Rumca ve Ermenice olarak yayınladığı temizlikle ilgili beyannamesi o dönem ki hassasiyeti ortaya koyuyor:
“Bir müddetten beri İstanbul’da tifüs, kolera, verem hastalıkları salgın bir sûretle çoğalıyor, bunun sebebi pisliktir. Temizliğe dikkat etmeyince bulaşır ve tutulan da kendini hekime baktırmazsa hem ölür, hem de etrafındakilere bulaştırır. Belediye gücü yetiştiği kadar sokakları temizlemeye, yıkamaya, pislikleri vesaireyi kaldırmaya başladı. Ancak sokakları temiz tutup kirletmemek ahalinin vazifesidir. Belediye ne kadar memur kullansa, ne kadar masraf etse ahali mütemadiyen süprüntü, kağıt vesaireyi sokaklara attıkça yetişemez ve yapılan mesarif boşa gider.
“Bir müddetten beri İstanbul’da tifüs, kolera, verem hastalıkları salgın bir sûretle çoğalıyor, bunun sebebi pisliktir. Temizliğe dikkat etmeyince bulaşır ve tutulan da kendini hekime baktırmazsa hem ölür, hem de etrafındakilere bulaştırır. Belediye gücü yetiştiği kadar sokakları temizlemeye, yıkamaya, pislikleri vesaireyi kaldırmaya başladı. Ancak sokakları temiz tutup kirletmemek ahalinin vazifesidir. Belediye ne kadar memur kullansa, ne kadar masraf etse ahali mütemadiyen süprüntü, kağıt vesaireyi sokaklara attıkça yetişemez ve yapılan mesarif boşa gider.
Hemşehrilerimiz dükkan ve hanelerinden çıkan süprüntü, kağıt parçası vesaireyi sokaklara atmasınlar, araba gelinceye kadar bir kap içinde saklasınlar. Eski adetlerden vazgeçerek tramvay bileti, tütün paketi, eski gazete gibi şeyleri de her tarafa konmuş olan kutu ve sepetlere atsınlar. Çirkap sularını sokaklara dökmesinler, sümkürmesinler, tükürmesinler. Başka memleketlerde yaya kaldırımlarını kirletmedikten başka temizliği hane ve dükkan sahipleri yapar. Bizde öyle yapalım. Herkes ev ve dükkanının önünü temiz tutmaya çalışsın. Mağaza sahipleri sabahları yaya kaldırımlarına eşya koymasın. Esnaf yenecek şeyleri pis tutmasın. Görüyorum ki marul ve saire gibi pişirmeden yenecek şeyler yerlerde satılıyor, ahali alıyor, yiyor, hastalanıyor, ölüyor.
Bunun için esnaf temizliğe dikkat etsin ve hemşehrilerinin hayatını düşünerek sakınsın. Belediyenin vereceği talimatlara riayet etsin. Herkes elbisesini, çamaşırını kendini temiz tutsun. Evlerin içinin temizliğine, yiyeceğine, içeceğine dikkat etsin. Sokakta üstü açık meyve vesaireyi satın almasın, yemesin, hep birden el birliğiyle dikkat edersek şehrimizde tifüs, kolera, verem gibi bulaşıcı hastalıkların önünü alırız. Bu ihtarıma dikkat etmez, söylediğim şeyleri yapmaz ve buna muavenet etmezseniz önümüz yazdır, kolera ziyadeleşir, binlerce hemşehrimiz ölür.” Bu bildiriden bizim bile
alacağımız dersler var.
Ne dersiniz?
alacağımız dersler var.
Ne dersiniz?
‘Arayıcı’ Esnafı
İstanbul’da süprüntüler arasında değerli eşya arayan insanlara “arayıcı esnafı” adı verilmişti. İstanbul’un fethinden 1868 yılına kadar başşehrin temizlik işlerini “arayıcılar” görmüştü. Arayıcılar “çöp çıkaranlar!…” avazesiyle sokak sokak dolaşırlardı. Eski kent düzeninde o muhitten olmayan kimselerin rasgele sokaklara girmeleri yasak olduğu halde arayıcı esnafı için bu yasak söz konusu değildi.
İstanbul’un kenar mahallelerindeki durağan hayatın bir sonucu olan aşırı gözlemcilik ve komşular arası kıskançlık, arayıcı esnafın ve eskicilerin bir takım öteberiyi torbalarına atmaya fırsat sağlıyordu. Çünkü kimi aileler zenginliklerini kanıtlamak ve komşularını kıskandırmak için, henüz kullanılabilir bazı eşyayı “aman al şu partalları da ortadan kalksın!” yollu konuşmalarla arayıcılara verirlerdi.
Geçtiğimiz asra girdiğimizde
1913’lü yıllara gelindiğinde Şehremaneti maddi sıkıntılara düşmeye başlamıştı, İstanbul halkından 50 bin liralık temizlik vergisi toplanırken, giderler 400-500 bin lirayı buluyordu. Balkan Harbi ve o dönem İstanbul’a gelen yüz binlerce muhacir sebebiyle temizlik işleri iyice sekteye uğramıştı. Bunun üzerine dönemin Belediye Başkanı Cemil Topuzlu Paşa, dış borçlanmaya gitti. Aynı yıl yapılan belediye toplantısında Cemil Paşa, İstanbul’un temizliği hakkında şu bilgileri vermişti;
“Tanzifat teşkilatı kırık dökük yirmi, otuz araba ile sakat ve yaşlı on, on beş hayvandan ve elli, altmış süpürgeden ve temizlik amelesi olarak beş, on ihtiyarla, birkaç çocuk ve kadından ibaret bulunmaktaydı. Şehri on altı lira ücret, senede iki kat elbise ve çizme ve çorap ve başlık ve Hilâl-i Ahmer tarafından çorba verildiği halde kadın, çocuk ve ma’lûl kimselerden başka, işe güze muktedir amele bulunamıyor. Güçlü kuvvetli olanlar başka yerlerde iki-üç lire yevmiye ile iş bulduklarından temizlik ameleliğine rağbet etmiyorlar” diyordu. Görüldüğü üzere 1913 yıllarında İstanbul’un temizlik işlerinin durumu hiç iç açıcı değildi.
Türkiye Gazetesi