I-Yahudilere Tarih Boyu Nasıl Davrandık?
Daha önce de değişik makale ve yazılarımızda tekrar tekrar belirttiğimiz gibi, müslüman ecdadımız her meselede olduğu gibi, müslümanlara ait topraklarda yaşayan gayr-i müslimler ve Yahudiler hususunda da “Şer’-i Şerif” dedikleri hukukun çizdiği sınırlar çerçevesinde hareket etmişlerdir. Ecdadımızın “şer’-i şerif” dediği İslâm hukukuna göre, Müslümanlarla sulh yapan ve İslâm Devleti”nin hâkimiyetini kabul eden gayr-i müslimlere “zimmî” adı verilir. Renk, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde ve “şer’-i şerif” ne diyorsa öyle muamele yapılır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul”u kılıç zoruyla fethettiği halde, sırf sulh yolunun burada yaşayan gayr-i müslimlere daha yararlı olmasından dolayı, araya giren papaz ve hahamların arzusuyla, İstanbul”u sanki sulh yoluyla fethetmiş gibi kolaylıklar göstermiştir. Osmanlı hukukunun mimarı olan Ebussuud Efendi İstanbul”daki kilise ve havraların devamını bu ince anlayış ve lütuflu muameleyle açıklamaktadır. Aynı şey Rumeli, Mısır, Filistin ve benzeri ülkeler için de söz konusudur.
Müslümanlara ait topraklarda yaşayan zimmîlerin onlardan farklı olduğu yönleri elbette vardır. Ancak bu farklılık, din ayrılığından doğan bir farklılıktır. Meselâ, müslümanlar bir ibadet çeşidi olan zekâtla mükellef oldukları halde, gayr-ı müslimler mükellef değillerdir. Onlar güç ve kazançlarına göre değişen, senede bir defa adam başına “cizye” denilen bir vergi verirler. Fakirler, işsiz, din adamları, yaşlılar ve hastalar bu vergiden muaftırlar. Gayr-ı müslimler cihad yani askerlik yapmak mecburiyetinde değillerdir. Aile hukuku, miras hukuku ve dinlerinin gereği olan diğer hukukî mevzularda, kendi inandıkları hukukî hükümler uygulanır. Gayrimüslimler, Arabistan”a seyahat edebilirler. ancak zaruret olmadıkça Mescid-i Haram”a giremezler. Kılık kıyafet konusunda gayr-i müslimler, müslümanları taklid edemezler. Bütün bunların yanında, gayr-i müslimlerin de can, mal, namus ve şerefleri müslümanlarınki gibi dokunulmazdır. Muhtaç gayr-i müslimler, sosyal haklardan aynen yararlanırlar. Bazı istisnaların dışında, devlet hizmetini ifa ederler; mezarları ve ölüleri hürmet görür. Bütün hukukî davalarda, gayr-i müslim ile müslüman arasında fark yoktur. Bu dediklerimize, İstanbul”daki kiliseler, havralar, mezarlar, arşivlerdeki belgeler ve Yorgi”ye karşı Ahmed”i, Dimitri”ye karşı Osman”ı mahkum eden mahkeme kararları, en büyük delillerdir[1].
Tarih boyu Yahudilere nasıl davrandık? sorusunun cevâbını da yukarıdaki paragraflarda anlatılan hükümler teşkil etmektedir. Simdi bu anlatılanları tarihde yaşanmış misalleri ile zenginleştirelim.
II-İspanya”dan Yahudiler Nasıl Kovuldu? Osmanlı Ülkesine Nasıl Kabul Edildi? Konuyla İlgili Arşiv Belgeleri Nelerdir?
Bilindiği gibi, XV. asırda Avrupa”da kölelik, insanlar arasında ayırım ve nihâyet bunların neticesi olarak engizisyon mahkemelerinin zâlim kararları kırıla gidiyordu. Avrupalılar, kendi aralarında kanlı çatışmalara girdikleri gibi, Hristiyan olmayan milletlere karşı da tam bir savaş ilan etmişlerdi. Katoliklerin protestanlara ve protestanların katoliklere hayat hakkı tanımadığı Hristiyan Avrupa”da elbette ki yahudilere de hayat hakkı tanımayacaklar idi. Nitekim tanımadılar da.
İslam tarihçilerinin Endülüs ve Avrupalıların da İspanya dedikleri yarım adada da Endülüs Emevilerinin kurdukları İslâm Medeniyeti sayesinde tam bir hürriyet içinde ve emân altında yaşayan diğer din mensupları arasında Yahudiler de vardı. Yahudiler de zimmî sayılıyor ve İslâm Ülkesi olan Endülüs”de huzur içinde yaşıyorlardı. Ne zaman ki, Endülüs”de bulunan müslüman devlet yıkıldı ve yerine tamamen Roma zihniyetine hâkim Hris-tiyan kuvvetler hâkim oldu; o zaman Hristiyanlık dışındaki din mensubları büyük bir zulme maruz kalmaya başladılar. Yahudiler de bu zulümden paylarını aldılar ve hatta vatanları olan İspanya” dan sürülmeye başlandılar. Maalesef toplumlar içinde itibarları zayıf olan Yahudiler, kendilerine yeni bir yurt aramalarına rağmen bulamıyorlardı. Herkes bunlara sırtlarını dönüyordu. Yahudi olsalar da aslında o dönemde mazlum durumuna düşen Yahudilere bir müslüman devlet olan Osmanlı Devleti kucak açtı.
Osmanlı Devleti, Yahudilere neden ve hangi şer`î hükme dayanarak kucak açmıştır? Bu sorunun cevabını, İslâm hukukundaki zimmet andlaşması ile ilgili hükümlerde bulabiliriz. Zimmet akdi, İslâm halifesi veya nâibi, ehl-i kitâb kabul edilen yahudi veya hristiyanları, İslâm ülkesi vatandaşı olmalarını, belli şartlar ve mükellefiyetler karşılığında kabul edebilmesi demektir. Bunun ayrıntılarına girmiyoruz[2].
İşte bu şer`î hükme dayanan Osmanlı Padişahlarından II. Bâyezid, 1492 senesi ilk baharında İspanya” dan tardedilen Yahudileri, zimmet akdinin hükümlerine uymak şartıyla Osmanlı Ülkesinin belirli yerlerine ve özellikle de şu anda Yunanistan”da bulunan Selanik, Edirne, Ağriboz”a bağlı Livâdiye ve Tırhala çevresine yerleştirmişti.
Elimizde bulunan üç arşiv belgesi, bu zimmet akdi sözleşmesini ve İspanya”dan tard olunan Yahudilerin bahsedilen yerlere yerleştirilmesi hadisesinin teyit ettiği gibi, bugünün insan hakları çığırtkanlarına da ibret dersi vermektedirler.
Birinci Belge: 925/1519 tarihinde ve Yavuz Sultân Selim”in emirleriyle tahrir olunan Edirne Tapu Tahrir Defteridir. Bu Defterin 40. sayfasında “Cemâ`at-i İspanya” başlığı altında İspanya”dan sürgün edildikten sonra Edirne”ye yerleştirilen Yahudi aile reislerinin adları yazılmaktadır. Bu belgede yer alan aile reisi yahudilerin sayısı, 40 küsurdur. Yani 40 küsur aile bu bölgeye yerleştirilmiştir. Belgenin orijinalini aynen veriyoruz.
İspanya”dan Tard Olunan Yahudilerin Edirne”de Yerleştirilen 40 Aileye Ait Tapu Kaydı, Edirne Tapu Tahrir Defteri, BOA. TTD. No: 77, sh. 40
Bu belgeden daha önemli olan bir başka belge daha var. Bilindiği gibi, Cumhuriyet Döneminde ve özellikle resmî mahfillerde, Osmanlı Devletinin insan haklarına ri`âyet etmediği ve insanların canlarının Padişahın iki dudağı arasında olduğu anlatıla ve yazıla gelmiştir. Halbuki 18 Mayıs 1993 tarihinde Dışişleri Bakanlığımızın aldığı bir karar yetmiş seksen yıldır anlatılanları yalanlar mahiyettedir. Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye Avrupa Konseyi Üyesidir. Avrupa Konseyi 1993”de yeni bir İnsan Hakları Binası inşa ettirmiştir. Her ülkeden insan hakları konusunda âbide vesika sayılacak dokümanlar istenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, en çok tenkit ettiği Osmanlı Dönemine ait ve XV. yüzyılda İspanya”dan atılan Yahudilerin Osmanlı topraklarına zimmi olarak kabulüne dair belgeyi, işte bu insan hakları binasında teşhir edilmek üzere hazırlatıp göndermiştir. Bu belgeden kasıt, biraz önce fotokopisini verdiğimiz listedir. Çala kalem ecdadımıza dil uzatan bir kısım insanlara ithaf etmek üzere, bu Dışişlerimizin yazısını da belge olarak alıyoruz.
Dışişleri Bakanlığının 18 Mayıs 1993 Tarihli Yazısı
İkinci Belge: Yavuz Döneminde ve 927/1520 tarihinde şu anda Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Ağriboz Sancağına bağlı Livadiye Kazâsının Kanunnâmesi hazırlanmıştır. Bu Kanunnâmede yer alan şu hüküm, Yahudilerin zimmet akdiyle nasıl Osmanlı ülkesine alındıklarını açıkça ortaya koymaktadır:
“Madde 57- Ve Mağrib”den gelen yahudiler, harâc ve yirmi beşer akçe ispençe verürler.”[3]
Mağrib”den kasıt Endülüs yani İspanya”dır. Bilindiği gibi, Yahudiler de diğer gayr-i müslimler gibi, gelirlerine göre oranı tesbit edilen harâc-ı mukâseme ve maktû` olarak verilen harâc-ı muvazzaf yani maddedeki tabiriyle ispençe vermekle mükellef tutulmuşlardır.
İspanya”dan Gelen Yahudilerle İlgili Kanunnâme Metni
Üçüncü Belge: Kanuni Sultan Süleyman döneminde hazırlanan Selanik Gümrük Kanunnâmesinde de Yahudiler gayr-i müslim zimmiler gurubuna sokularak gümrük vergileri ile alakalı hükümler sevk edilmiştir[4]. Kanunnâmeden anlaşıldığına göre, İspanya”dan gelen Yahudilerin çoğunluğu, Selanik ve çevresine yerleştirilmişlerdir. Selanik” de fazlaca Yahudi ve dönmelerin bulunmasının sebebi de budur.
”Kanunî Devrinde Hazırlanan Selanik Gümrük Kanunnâmesi
Kanunnâme-i Bâc-ı Siyâh
Müslüman metâ` getürse, yük başına iki akçe alınur. ve alub gitse dahi yükde iki akçe alınur. Ve kâfir ve Yahudi getürse, yüzde üç akçe alınur; satmazsa nesne alınmaz. Ve Nefs-i Selanik”den ki, harâc-güzâr ola ve cumhûr cemâ”atle içinde sâkin ola, yükde iki akçe alınur. Amma âhar kâdılıkdan olub cizyesini Nefs-i Selanik”de edâ ederse, yüz akçe alınur.”
[1] Konu ile ilgili tafsilatlı bilgi için bkz. Zeydan, Abdülkerim, Ahkâm”üz-Zimmiyyîn ve”l- Müstemenîn, s. 3 vd.; Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer,1/?98 vd.
[2] Zeydan, Abdülkerim, Ahkâm”üz-Zimmiyyîn Vel-Müste”menin, sh. 22 vd.
[3] Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. III, sh. 393.
[4] Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. VI. Sh. 637 vd