Bilinsin namımız arzda, ol hazneye hami diye
Şifa olsun içenlere ab-ı pak-i Hamidiye
Şifa olsun içenlere ab-ı pak-i Hamidiye
İstanbul tarihi boyunca su bakımından çevresinden beslenmek zorunda kalmış bir yerleşim yeri olmuştur. Halkalı bölgesindeki su kaynaklarından inşa edilen kemerler vasıtasıyla, daha 1. Konstantin döneminden itibaren şehre su taşınmaya çalışılmıştır.
VII. yüzyıldan itibaren şehri kuşatanlar isale hatlarını tahrip ederek halkı teslime zorladıklarından, su biriktirme ihtiyacı büyük önem kazanmış ve çok sayıda açık ve kapalı sarnıç yapılmıştır. Aetius (Vefa Stadı), Aspar (Çukurbostan) ve Hagios Mokios (Altınmermer) bu sarnıçlardan bazılarıdır. 1204”deki Latin istilasında, surların dışındaki tesislerle birlikte kemerler de tamamen tahrip edildiğinden halkın su ihtiyacı bu sarnıçlardan karşılanmıştır.
Fetihten hemen sonra, Fatih Sultan Mehmed”in emriyle eski su yollarının tamirine başlanmış, ayrıca yeni su kaynaklan bulunarak isale hatlarına katılmış, İstanbul, Edirne ve Bursa şehirleri içme ve tarımsal alanları sulama ihtiyacı karşılanmış şehirler haline gelmiştir.
Osmanlı düzeninde devlet; vatandaşın canını, malını, hürriyetini muhafaza ve asayişi temin etmekle mükellefti. Bayındırlık işlerini yapmakla, vatandaşı okutmakla, mabed yapmakla mükellef değildi. Yapmış olduğu yol, köprü gibi imar faaliyetlerini ise daha çok askerin geçebilmesi ve dolayısıyla devlet düzeninin devamı için yapmıştır. Bu bakımdan Osmanlı İstanbul”unun yeniden inşa süreci, asıl itibarıyla İslam”daki vakıf ve imaret kurumlarına dayanır. Bir çok hayır müessesesinin inşasını topluluğun önde gelen simaları olan tüccar ve zanaatkarlar ve her zaman için devletin en zengin kişisi olan Padişahlar yürütmüştür. Bütün Osmanlı tarihi boyunca da bu faaliyetler daima teşvik edilmiş, vakfı olmayan devletlüler ayıplanmıştır.
Su sistemi, ambar, mezbaha vs. gibi büyük şehirlerin ihtiyaç duyduğu birimler hayır müesseselerinin bir parçası olarak kabul edilir ve padişah tarafından yaptırılırdı. Şehrin su sisteminin -su kemerleri, arklar ve sebillerin inşası topluma ait vakıfların bir parçası gibiydi. İstanbul şehir nüfusunun 250.000”e ulaşması ile birlikte, şehrin su sistemi yeni kemerler eklenerek geliştirilmiş ve şehir içinde dağıtım sistemi kurularak, su yolcu diye tabir edilen görevliler tarafından yönetilmeye başlanmıştır.
Şehrin su ihtiyacını karşılamayı dini bir görev addeden Osmanlı yöneticileri, sağlam vakıf idareleri altında bu işi uzun müddet sıkıntılara sebep olma dan yürütmüşlerdir. Kanuni Sultan Süleyman devri sonuna kadar rahatlıkla karşılanabilen su ihtiyacı, kaybedilen savaşların sonucunda para değerinin düşmesi ve vakıfların buna paralel olarak zayıflaması sonucunda sıkıntılı bir hal almaya başlamıştır. Vakıf gelirlerinin azalması, su yollarının gerekli olan bakım ve onarımlarının yapılamamasına ve zamanla bir çoğunun kuruyup adlarının bile unutulmasına sebep olmuştur. Hatta öyle zamanlar olmuştur ki, susuzluk olgusu, özellikle bostanların sulanamaması yüzünden tarım ürünlerinde ortaya çıkan üretim azalması İstanbul”a göç edenlerin geri gönderilmelerine bile sebep olmuştur.
Hamidiye Kaynak Suları
İstanbul”un sorunu yalnızca su sıkıntısı değildi. Nüfus ve yapılaşma artmaya başlayınca kanalizasyon yokluğundan dolayı lağım sulan rastgele akmaya ve İstanbul”un yüzeysel suları kirlenmeye başlamıştır. Ayrıca kaynağından tertemiz akan İstanbul”un ünlü suları sakaların ve çeşmelerin pisliği yüzünden içilemez hale gelmişti.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra su işlerine el atan II. Abdülhamid yönetimi, 1894 İstanbul büyük depreminde büyük hasar gören su yollarını bütün imkansızlıkla rağmen, 2 milyon kuruş masrafla çok kısa bir süre içinde onarmış, kurmuş olduğu İstanbul Su Şirketi vasıtasıyla Terkos Gölü”nden getirilen su; Beyoğlu, Galata ve Tophane”den Beşiktaş”a kadar olan alanda akıtılmaya başlanmıştı.
Bu dönemde sakaların ellerine geçen çeşmelerin birer zulüm aracına dönmesi de şikayet konusu olmaktaydı. İstanbul Su Şirketi, bunu engellemek ve fakir halka su vermek üzere 12 kadar çeşme yaptırmıştır.
İstanbul”un su ihtiyacı genellikle Halkalı, Kırkçeşme ve Taksim sularından temin edilmekte idi. Haliç”in güneyindeki tarihi yarımadanın içme suyunu temin eden Halkalı sularının sertlik derecesinin oldukça yüksek menba suyu ve yine aynı yeri besleyen Kırkçeşme suları ile Haliç”in kuzeyini besleyen Taksim sularının ise bentlerde toplanan sertlik derecesi düşük fakat kirlenme ihtimali yüksek yüzeysel sular olmaları yeni arayışlara sebep olmuştur. Hamidiye sularının tesisinden önce Haliç”in kuzey kısmını besleyen su kaynağı olarak yalnızca Taksim suları vardı. Yıldız Sarayı yapıldıktan sonra bölgenin su ihtiyacı artmış, Taksim suyu ise bu ihtiyaca cevap veremez olmuştu.
Sertliği Fransız ölçü birimiyle 3 derece olan ve ana kaynağı Kemerburgaz”ın 2,5 km. kadar güneyinde yer alan Karakemer ve Kovukkemer civarındaki sular bu arayışa cevap verir nitelikte görülmüştür. Bu kaynakta II. Abdülhamid tarafından kurulan ve kendi adıyla anılan bu tesisler, İstanbul”u besleyen üç ana isale hattının dışında dördüncü bir kol olarak faaliyete geçmiştir.
Şehre kaliteli içme suyu sağlamak amacıyla Hamidiye suyunun yapımı için bir komisyon kurulmuş, başkanlığına Adliye Nazırı Abdurrahman Paşa, üyeliklerine ise Sultan Abdülhamid”in yakınlarından Emin Bey, İstihkam Feriki Berthier Paşa ve Bongofski Paşa tayin edilmiştir. Berthier Paşa”nın ülkesine dönmesi üzerine Hamidiye suyunun projesinin yapılması Hendese-i Mülkiye-i Şahane su mühendisliği hocalarından Hulusi Bey”e 1316/1898-1899 yılında verilmiştir. Yapılan projeye göre ana menbalar 20 maslakta toplanmış ve kirlenmelere engel olmak için maslaklara demir kapılar yapılarak kilitlenmiştir.
Menbalarda toplanan Hamidiye suyunun günlük debisi, 1200-1300 metreküp arasındaydı. Tesisin büyük bölümünün tamamlanması 1318/1900 yılında, suyun verilmesi ve resmen kabulü ise 26 Mayıs 1902”dedir. Şehre günde 1200 metreküp su temin eden tesis, 2 milyon franka (yaklaşık 10 milyon kuruşa) mal olmuştur.
O güne dek kullanılmış olan bütün Osmanlı su tesislerinde sular pişmiş kilden yapılmış künk borular içerisinde isale edilirken ilk defa Hamidiye suyunda font borular kullanılmış, sular bu borular içerisinden basınçla akıtılarak, vanalar ile şebekede hareket etme imkanı sağlanmıştır.
Harnidiye sularından 86 çeşmeye, Yıldız Sarayı”nda 30 ve Beşiktaş Sarayında 10 olmak üzere toplam 126 yere su verilmekteydi. Ayrıca isale hattı üzerinde de 7 çeşme vardı ki bunlarla beraber Hamidiye sularından beslenen 133 yer bulunmaktaydı.
Hamidiye Çeşmeleri
Hamidiye şebekesine bağlı halka açık çeşmelerin yedi tanesi isale hattı üzerinde olup Beşiktaş Sarayı”ndaki on, Yıldız Sarayı”ndaki otuz ve Dolmabahçe Sarayı”ndaki on beş çeşme ile birlikte toplam çeşme sayısı 148”dir. Bu çeşmeler Hamidiye çeşmeleri ve Hamidiye suyundan beslenen çeşmeler olarak İkiye ayrılmaktadır. Birinci gruptakiler, birkaç tanesi hariç, şebekeyle birlikte yapılmış ve aynı tarihte hizmete girmiş, ikinci gruptakiler ise daha önce yine II. Abdülhamid Han veya başka kişiler tarafından yaptırılmış ve sonradan bu şebekeye bağlanmıştır. Hamidiye çeşmelerinin genelde aynı standartta ve nispeten sade oldukları, ancak bazılarının bulundukları yere göre farklı biçimlerde ve daha süslü yapıldıkları görülmektedir.
Hamidiye suyunun baş menbaları, Kırkçeşme tesislerinin doğu isale kolu üzerinde ve Kemerburgaz”ın 2.5 km kadar güneyinde yer alan Karakemer civarındadır. Sular maslaklarda toplandıktan sonra Kurudere boyunca devam edip Kovukkemer”e doğru yeni menbalarla batıdan gelen bir kolla birleşerek güneye yönelir ve böylece elli altı menbaın suyunu yirmi maslakta toplayarak Cendere terfi istasyonuna ulaşır. Cendere terfi istasyonu, saatte 120 m3 suyu 120 metreye, su kulesine yükseltip yerçekiminin yardımıyla 2300 m uzaklığa 300 mm”lik borular içerisinde ulaştırmaktadır.
Cendereden bir kol Kağıthane deresinin sol sahilini takip ederek Kağıthane”ye, oradan da Haliç kıyısındaki mezbahaya kadar uzanmaktadır. Asıl dağıtım kolu ise cenderede yükseltilen suyu 225 mm. çapındaki font borularla güneye doğru yöneltip Levent civarındaki teraziden sonra Zincirlikuyu”dan ayrılarak Mecidiköy ve Balmumcuya ve buradan da bir kol ile Şişli Etfal Hastanesindeki çeşmeye, diğer bir anakol ile de Yıldız-Beşiktaş yönüne doğru yukarıda isimlerini saymış olduğumuz çeşmelerin her birine ulaşırdı.
Kemal Kızıltoprak – Tarih ve Düşünce Dergisi Haziran 2002 s.20-23