Dr. Nazif VELİKAHYAOĞLU
Vakıf, kamunun ihtiyaç duyduğu bir hizmetin gerçekleştirilmesi için, kişisel servetin bir bölümünün Allah”ın mülkü hükmünde o amaca tahsis edilmesidir. Vakfın kuruluşunun tamamlanmasıyla vakfedilen mal, hukukun öngördüğü şartlar yerine getirilmeden, satılması, satın alınması, zimmete geçirilmesi, gasbedilmesi, miras olunması, üzerine gecekondu yapılması ve hatta bir başkasına hibe edilmesi mümkün olmayan Hakkullah haline gelmiştir. Dünya durduğu ve onun üzerinde sadece insanlar değil, diğer canlılar mevcut olduğu müddetçe sürekli bir şekilde hizmete devam edecektir.
Bu durumu bilen ecdadımız vakfa çok saygılı davranmıştır. ””Vakfa yan bakan kedinin gözü kör olur”” prensibine hep sadık kalmıştır, Servetine vakıf malı karışan insanın, malının bereketinin kaçacağına inanmıştır. Vakıf tarlasından geçtikten sonra, oradan ayakkabısına yapışacak toprağın kendi Tarlasına intikalini önlemek için, ayakkabılarını çıkartıp silkelemişlerdir. Bu düşünceleri daha ileriye götüren vakıf, zeytinliğin kenarında bahçesi bulunan nice insan, vakıf zeytin ağaçlarına konan kuşların ayaklarıyla, kendi bahçelerine zeytin tanesi taşıyabileceği endişesiyle, Sırf bu iş için bekçiler tutmuşlardır.
Kul hakkına girdiği için, ””velayet”” ””vasiyet”” ve “vakfı” kasdederek; ””İtteku”l-voveyn””; “şu üç ””vov”dan sakınınız denmiştir.
O günden bu güne ne değişmiştir. Allah”ın bu üç kavram hakkında koyduğu kurallar mı değişmiştir? İnsanlar ölümsüzlüğün çaresini mi bulmuşlardır? Mezar mı, hesap günü mü ortadan kalkmıştır? Allah”ın adaleti ve gazabı mı yok olmuştur?
Aslında ne, nice hayri duygu ve düşüncelerle malını bizlere emanet ederek ölmüş gitmiş olan kimselerin şahsi servetleriyle tesis ettikleri vakıflar hakkındaki ilahi hükümler değişmiştir, ne ölümün ilacı bulunmuştur, ne mezar ortadan kalkmış, ne de hesap günü yok olmuştur. O halde değişen nedir? İnsanların inançlarında beliren zaafiyet, dünyaya ve servete karşı beslenen aşın muhabbet, helal ve haram kavramının unutulması, vakıf mallarının işgal ve talan edilmesine sebep olmuştur. Dün bütün gücüyle ””veren el, alan elden üstündür””, ””Müslüman yardım alma esası üzerine değil, başkalarına yardım etme esası üzerine terbiye olunur”” kurallarına dayanarak, bir taraftan vakıf yoluyla hayır müesseseleri meydana getirirken, diğer yandan da mevcut vakıfları olanca hassasiyetiyle koruyan insanlarımız, bugün ””nasıl bir yolunu bulsakda vakıf malını elimize geçirsek veya işgal etsek ve bu yerlerin bedelini ve kirasını ödemeden kullansak diyerek”” çareler aramaya başlamışlar; hilelere sapmışlar, tavassutçular, torpiller bulma yollarına koyulmuşlardır.
Bilmemektedirler ki, böyle davrananlara malını gasbettiği vakıf kurucusu, insanı iliklerine kadar titreten beddualar yapmaktadır. İşte bu söylediklerimize, vakfiyelerden alman birkaç örnek: ””Bir nice zaman sonra, her kim ki, bir gün Vakfı tahrif, tebdil, tagyir ve taklil cihetine meyl ve sülük eder ise, yerleri; göğleri ve bizleri yoktan var eden ve bunca nimetleri ihsan buyuran Allah”ın kahr ve gazabına uğrasın. Dünya ve ahirette rahat yüzü görmesin. Dünya ve ahirette rezaletten kurtulmasın.””
Vakfı değiştiren ve talan eden kimselere bir başka vakfiyede de şöyle denilmektedir:
“Her kim ki vakıflara bizzat zarar vermeye niyet eder veya zarar kasteden bir kimseye yardım eder veya destek olusa; muhakkak ki, ahirette Allab”ın gazabına uğrar. Dünyada zalimlerden sayılır. Ahirette varacağı yer, Cehennemdir.””
“Allah”a inanan, kıyamet gününde sual, cevap, sırat, mîzân, haşır ve hesâba iman eden kimse, vakfın usûl ve şartlarını değiştirmesin.
Kim ki, bunun aksine davranırsa Allah”ın gazabına uğrasın, dünya hayatında amelleri hüsrana uğrayanlardan olsun. Allah”ın rahmeti ve mağfiretinden kovulsun. Kuşkusuz Allah işiten ve bilendir. Allah”ın Meleklerin ve bütün insanların lanetleri onu değiştirenin üzerine olsun.””
Vakfiyelerin sonunda bu ve benzer beddualar uzayıp gitmektedir.
Vakfın yerinde kira vermeden oturan ve işgalci durumunda bulunan veya vakıf arazisi ve arsası üzerine gecekondu yapan ve bu taşınmazların rayiç bedelini vermeye yanaşmayan kimseleri, bir kez de bu açıdan düşünmeye ve vicdanlarının sesine kulak vererek, bir karar almaya davet ediyoruz.
Kaynak: K. Maraş Kurtuluş Dergisi