Dr. Necdet Yılmaz
Osmanlı toplumu, hukukî bakımdan “askerîler” ve “reâyâ” olmak üzere iki sınıfa ayrılmakta idi. Askerîler bugünkü anlamda devlet görevlileridir; bunun göstergesi de pâdişahın verdiği berat ve bu beratta gösterilen görev karşılığı vergi muafiyetidir. Kısaca devlet görevlilerinin tümüne birden “askerî” denilirdi. Bu sınıfı; Dîvân-ı Hümâyûn üyeleri, ehl-i örf, ehl-i ilm ile tarîkat erbâbı ve seyyidler oluşturmaktadır. Vergi vermekle mükellef olanların tamamına da “reâyâ” denirdi. Bu sınıfı da tüccarlar, sanat erbabı ve köylüler diye gruplandırmak mümkündür.
Kul asıllı devlet görevlilerinin dışındaki bütün görevlilerin hizmet süreleri sınırlıdır. Bunun tek istisnası tarîkat şeyhliğidir. Tarîkat şeyhlikleri resmî bir görev olmamasına rağmen, devletce resmen tanınmaktadır. Ve imtiyaz sağlanan bir statüye sâhiptir.
Askerî sınıfın içinde yer alıp, halka en yakın olan grup tarîkat erbâbıdır. Bu grup mânevî nüfuzlarının yanında halka karşı herhangi bir zulüm yapabilecek durumda olmamalarından dolayı onların nazarında oldukça prestijli bir mevki ihraz etmekteydiler. Bunda mensuplarına maddî menfaat sağlamaları da önemli bir yer işgal etmektedir. İzmir’de 1055/1645 senesinde, vakıf kurmuş olan bir şeyh, vakfiyesinde, “…sair tarikımız fukarasına, her birine beşer vukiyye üzüm ile taze incir verülüp, her biri yedikçe hayır dualar edeler.” demektedir.
Tarîkat erbâbının devlet görevlileri ve pâdişahlar üzerindeki nüfuzlarının bir sonucu olarak, bu yöneticiler mensûbu bulundukları tarîkat erbâbına karşı siyâsî ve mâlî kudretleri nisbetinde, kurmuş oldukları vakıflar kanalıyla veya başka yollardan muhtelif imkanlar sağlamışlardır. XVII. yüzyıldaki 313 adet vakıf üzerinde bir araştırma yapmış olan Hasan Yüksel, bu vakıfların kurucularının % 6. 38’ini oluşturanların, devletin muhtelif kademelerinde görev yapan ve aynı zamanda herhangi bir tarîkata mensup kimseler olduğunu belirtmektedir. Bunlar arasında Öküz Mehmed Paşa Halvetî Tarîkatı’na, Vezir Harâmî Ahmed Paşa başka bir tarîkata, Anadolu Kazaskeri Mehmed Efendi Celvetî Tarîkatı’na, Malatyalı Kapıağası İsmail Ağa Nakşibendî Tarîkatı’na, Mustafa Ağa Mevlevî Tarîkatı’na mensupturlar. Mustafa Paşa b. Süleyman adındaki vâkıf, tesis ettiği bir dârülhadiste okuyan talebelere, bir nevi burs sayılabilecek gelir tahsis ederken, “…ehl-i tarîk ve erbâb-ı sülûk olanlara…” öncelik tanımaktadır.
Mezkûr araştırmaya göre bütün dînî hizmetler için ayrılan vakıf gelirlerinin %7.17’si (6.288.372 akçenin 451.691.8 akçesi) tarîkatların muhtelif giderleri ve görevlilerine harcanmaktadır.Bunların yanında bir de devlet idârecilerinin bizzat tarîkat erbâbı için tesis ettiği vakıflar, tekkeler ile onlara sağladıkları çeşitli kolaylıklar vardır. Birkaç başlık altında bu konuyu ele alacağız.
1. Vakıf Tesisi
Meşâyihın gelir kalemlerinin başında kendileri için tahsis edilmiş olan vakıflar bulunmakta, şeyhlerin nüfuzu da vakıfdan gelen gelirlere dayanmakta idi.
Mevlevî Âsitânesi’ni örnek olarak alırsak; Evkâf-ı Celâliye denilen bu servete devlet, şer’an el atamazdı. Dârüssaâde Ağası’nın nezâreti vakfın gelirlerini korumaya yönelikti. Vakıflar dokunulmazlığa sâhipti. Evkâf-ı Celâliye “bi’l-cümle avârız-ı dîvâniye ve tekâlif-i örfiye ve şakkadan muaf” idi ve bu muafiyet zaman zaman teyit edilmekte idi.
Mevlânâ evkâfı arasında, Sahra, Said ili, Hatunsarayı, Ilgın, Sudiremi ve Aksaray’a bağlı bâzı köyler ve daha birçok çiftlik, bağ, arsa, köyün bulunduğunu, ayrıca Suğla hassından ve cizye gelirlerinin de bu kuruluşa bağlandığını daha önce kaydetmiştik.
Mevlânâ evkâfı arasında, Sahra, Said ili, Hatunsarayı, Ilgın, Sudiremi ve Aksaray’a bağlı bâzı köyler ve daha birçok çiftlik, bağ, arsa, köyün bulunduğunu, ayrıca Suğla hassından ve cizye gelirlerinin de bu kuruluşa bağlandığını daha önce kaydetmiştik.
I. Ahmed, Şeyh Beşir Efendi için Kütahya’da, 1019/1610 senesinde vakıf tesis etmiştir.Gölcük, Örcün Köyü’ndeki Baba Sultan Zâviyesi’nin ve vakfının pâdişah veya hâkim tarafından tevliyet, nezâret ve zâviyedârlığının Abdülmecid Sivâsî Efendi’ye verilmesi üzerine, halîfesi Ankaralı Hasan Dede’yi buraya zâviyedâr olarak göndermiştir.
2. Vergi Muâfiyeti
Konya Mevlevîhânesi XVII. yüzyılda vergiden muaftır ve özerk bir yapıya sâhiptir. Sadece mevlevîhâne değil bu yapının bulunduğu mahalle sakinlerine de vergi muafiyeti tanınmıştır.
1036/1627 senesinde, Şeyh Şemseddin Sivâsî Efendi’nin bütün kardeşleri, evladları ve dervişlerinin her tür vergiden muaf ve müsellem tutuldukları tesbit edilmektedir.
Aziz Mahmud Hüdâyî Efendi, kendi doğduğu yer olan Şerefli Koçhisar için vergi indirimi sağlamıştır.Sultan II. Mustafa zamanında, Somuncu Baba’nın Dârende’de bulunan neslinden gelen şeyhler, 1110/1699 senesinde, eskiden beri örfî vergilerden ve özellikle avârız vergisinden muaf tutuldukları halde mahalleli ve kazâlıların itirazı, bâzı mahalli yetkililerin de zorlaması nedeniyle, pâdişaha bir yazılı dilekçe ile müracaat ederek durumun açıklığa kavuşturulmasını istemişlerdir. Bu başvuru üzerine sadrazamlık makamı, evrakı ilgili kalemlere göndererek eski kayıtlardan tahkikatını yaptırmış ve bir kısım derkenârlar düşmüşlerdir. Sonra da Dârende kadısına gönderilen bir hükümle yapılan bu haksızlığın giderilmesi istenmiştir.
Yine bu yüzyılda, Bursa’da bulunan Zeynîler ve Emir Sultan Tekkesi’nin her türlü “tekâlîf-i örfiyye”den muaf tutuldukları tesbit edilmektedir.
3. Tekke İnşâsı ve Tamiri
Osmanlı’da devlet idârecileri feyiz aldıkları tekkelere tarif edilemez bir hisle bağlı kalıp hürmet gösterdikleri gibi, buralarla bizzat ilgilenmişlerdir. Yenilerini inşâ ettikleri kadar tamirlerine de itina göstermişlerdir.
Özellikle XVI. yüzyıldan itibaren tekke ve zâviyelerin beyler, paşalar, vezirler tarafından yaptırılması bir yarışma halini almıştır.
I. Ahmed, Hüsâmeddin Bursevî adına Bursa’da Temenye Tekkesi diye bilinen yapıyı kurmuştur. Deryâ beylerinden Bâlizâde Hasan Bey, Abdülehad Nûrî Efendi adına Midilli Adası’nda bir tekke inşâ ederek vakıflar tanzim etmiştir.
Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa, zamanla harab olmuş olan Çarhacı Tekkesini yeniden inşâ ederek Çarhacı Ahmed Efendi’ye tevcîh etmiştir.
XVI. yüzyıl sonu ile XVII. yüzyılda mevlevîhânelerin kurulduğuna ve buraların da çoğunlukla idâreciler tarafından, özellikle ticârî yol güzergâhları ile önemli iktisâdî potansiyeli olan kent merkezlerinde yaptırıldığına şahit oluyoruz.
Bunlardan Beşiktaş Mevlevîhânesi, Sadrâzam Ohrili Hüseyin Paşa tarafından 1031/1622 senesinde inşâ ettirilmiştir.
Tokat Mevlevîhânesi, I. Ahmed’in vezirlerinden Tokatlı Sülün Muslu Paşa tarafından 1024/1613 senesinde, Kayseri Mevlevîhânesi, IV. Murad’ın sadrazamlarından Bayram Paşa tarafından 1047/1637 senesinde, Amasya Mevlevîhânesi yine aynı sadrâzam tarafından aynı senede, Antep Mevlevîhânesi, Antep Sancak Beyi Türkmen Mustafa Ağa tarafından 1048/1638 senesinde yeniden inşâ edilmişlerdir. Manisa Mevlevîhânesi’nin ise bu yüzyılda hem vakıfları genişletilmiş, hem de tamir ve tevsileri gerçekleştirilmiştir. Bu mevlevîhânenin yeni vakıfları da Saruhan kaymakamı Ali Oğlu Mahmud Ağa tarafından gerçekleştirilmiştir.
Şabâniyye’nin kurucusu Şabân Efendi için, I. Ahmed’in sadrazamı Murad Paşa’nın kethüdâsı olan Ömer Kethüda tarafından bir türbe yapımına başlanmış, ancak bu zâtın öldürülmesinden sonra inşaat yarım kalmıştır. Yarım kalan bu inşâat, Ömer Fuâdî Efendi’nin postnişînliği döneminde, o zamanki KüreKadısı Akkaş Efendi ve pek çok kişinin yardımlarıyla bitirilmeye çalışılmıştır. Özellikle I. Ahmed’in sadrazamlarından Halil Paşa tarafından kubbesi kurşunla kaplatılmış, Kastamonu Kadısı Emin Efendi de alemini yaptırmıştır. Sultan II. Osman’ın vezirlerinden Bosna Beylerbeyi pâyeli Kastamonu vâlisi Kurşunluzâde Mustafa Paşa türbede bâzı tamiratlar yaptırarak doğu tarafındaki harem kapısını açtırmıştır.
I. Ahmed’in, Bursa’da bulunan eski mevlevîhânenin harap vaziyeti karşısında, saraya arz gönderen Derviş Mehmed’in arzı üzerine 100.000 akçe tahsis ettiği kaydedilmektedir.
Sadrazam Bayram Paşa, yukarıda saydığımız mevlevîhânelerden başka Fatih’de bulunan Alâaddin Mescidi’ne bir minber ilâve ettirmek suretiyle bu yapıyı mescid-tekkeye çevirmiştir.
Urfa’da bulunan ve hangi tarîkata mensup olduğu tesbit edilemeyen Şeyh Mes’ud Tekkesi, dönemin Urfa valisi Ali Paşa tarafından 1096/1684 senesinde tamir ettirilmiştir.
Nasûhiyye-i Halvetiyye’nin kurucusu Muhammed Nasûhî Efendi’nin tekke inşâ etmek üzere aldığı arsa üzerine, Çelebi namıyla bilinen ve Yeniçeri Ağalığıyla Enderûn’dan çıkarılan Hasan Paşa tarafından bir tekke yapımına başlanmış, ancak inşaat masraflarının tamamını ödeyemediği için bitirilmesine muvaffak olamamıştır. Aynı tekkeye 1116/1704 senesinde, Vezir Hasan Paşa tarafından bir minber ilâvesiyle birlikte bir çeşme ve bâzı vakıflar tesis edilmiştir.
II. Mustafa, deprem nedeniyle tahrip olan, Konya’daki Yeşil Kubbe’yi arz üzerine tamir ettirmiş, buraya pâdişahın müsaadesi üzerine Sadrazam Amcazâde Hüseyin Paşa da yüklü yardımda bulunmuştur.
II. Mustafa, deprem nedeniyle tahrip olan, Konya’daki Yeşil Kubbe’yi arz üzerine tamir ettirmiş, buraya pâdişahın müsaadesi üzerine Sadrazam Amcazâde Hüseyin Paşa da yüklü yardımda bulunmuştur.
4. Diğer İhsan ve Vazîfeler
İştibli Emir Abdülkerim Efendi (v. 1015/1606), Şeyhülharem olarak hicaza gönderilmiştir.I. Ahmed, Bursa’da bulunan gayr-i müslimlerden olan kırk dokuz Rum’dan toplanacak cizyenin bir kısmının Temenye Tekkesi’ne verilmesini ve bu duruma hiç kimsenin müdâhale etmemesini şart koşmuştur.
Vezîriazâm Çorlulu Ali Paşa, mühürdarı Kırımlı Abdünnebi Ağa vâsıtasıyla Ünsî Hasan Efendi’nin, Aydınoğlu Tekkesi yanındaki haremini yenilemiştir.
Abdülehad Nûrî Efendi, icâzet verip Ankara’ya gönderdiği Mahmud Efendi’nin geçimini sağlayabilmesi için, bir mezraanın kendisine tahsîsi için berat çıkarttırmıştır.